15 Haziran 2012 Cuma

HÜZÜN-HASRET VE HÜRRİYET ŞAİRİ: SEVİLAY YÜCEDAĞ



“3H şairi” olarak kodlayabileceğimiz Sevilay Yücedağ’la tanışmamızı sağlayan, kendisi de şair-yazarlığıyla edebiyat dünyamızda “içten yol alan” Ayşe Kaygusuz’a teşekkür ediyorum öncelikle. Sermayenin, yeni Pazar alanlarını genişletirken özellikle kadınlara “cadı avı”yla başlattığı büyük saldırının üzerinden 300 yıl geçmesine karşın, günümüzde “ucuz işgücü”, “tüketim aracı”, “tecavüz nesnesi” haline getirilmeye çalışıldığı günümüzde onurlarıyla emek ve sanat mücadelesi veren Ayşe Kaygusuz arkadaşımız, her zamanki vefalılığıyla samimiyetine güvendiği üretken insanları dostlarıyla buluşturur. Sevilay Yücedağ’la da, önce “Dilindeki Ustura” ve “Göz Gölgesi” kitaplarını okumamızı sağlayıp sonra Ekin Sanat Dergisi mekanında Mayıs 2012’de düzenlenen etkinlikte yüz yüze görüşme olanağı bulmamıza zemin hazırladı. İnsan emeğinin hovardaca harcandığı günümüzde, hele hele kadın şair-yazarların emeklerine ve dostluklarına dayanışma çizgisinde sahip çıkmalarını, çok önemsediğimi vurgulamalıyım.
“Dilindeki Ustura” ve “Göz Gölgesi” şiir kitaplarını yayımlayan Ekin Sanat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Turgut Koçak, şairi şöyle tanıtıyor: “Hemen her dizesinde şairimiz, bağ eğmez bir dava insanı olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, sevgi yoğunluğuyla yaralara merhem oluyor. Önceki ‘Sustun’ ve ‘Dilindeki Ustura’ isimli şiir kitabında da benzer şiirlerle bizi yüreklendiren Sevilay Yücedağ, kendi özgünlüğünü yakalamış. ‘Göz Gölgesi’ şiir kitabında yer alan şiirlerini bir çırpıda okuyor ve olağanüstü tat alıyorsunuz.” İlk kitabını okuma olanağı bulamamakla birlikte, bu tanıtım yazısından yola çıkarak ikinci ve üçüncü şiir kitaplarına dair ortak değerlendirmemizin sapma göstermeyeceğini belirtmeliyim.
Baştan dile getirmekte yarar var; şair, “yaralı coğrafya”nın kadını. Dolayısıyla Ahmed Arif’in deyişiyle “ağulardan süzülmüş”, bir bakıma acılarla çok erken olgunlaşmış insanların yaşadığı Mezopotamya’nın şairi olarak, hüzün deryasında hasret ateşiyle özgürlük kanatlarını durmadan çırpması kaçınılmaz oluyor. “Alışamam Sensizliğe” şiirinin son bölümünde “Ey benim/ Mezopotamya asıllı derdim/ Sen söyle/ Zin kapısına yüz sürüp/ Seni nasıl yazmalı” (s.10) dizelerinde duyduğu o büyük kaygıyı iki kitabında da başat olarak hisseden şair, aşkı, sevdayı, özlemi, ayrılığı işlediği duygu yoğunluklu şiirlerine de bir biçimde yedirmeyi başarıyor, “Dört Adımlık Hücrem” şiirinin son bölümünde olduğu üzere: “Hatırlamalısın beni/ Dört adımlık hücre de hasret zengini/ Şimdi nerdesin/ Zagros yürekli yarim/ Seslensem/ Yasal bir dipçik açsa/ Göğüs hizamda/ Ah seslen/sen / Kürdi bakan gözlerinle/ Şu kısacık voltayı yarıda kessem” (s.29)
Sevilay Yücedağ’ın şiirinin izleğinde üç sözcükle özetlediğim “hüzün-hasret-hürriyet” çevreninde insanın bütünleştiği doğasıyla birlikte var olma savaşımı ağır basıyor. Kadın olarak katmerli ezilmişliğin zorluklarının kendi iç dünyasında yarattığı büyük volkanı dilindeki usturayla kanata kanata patlatan bir şiir dili var şairin. Zaman zaman “tekrar” izlenimi veren söyleyişlerdeki vuruş, her şiirin tema-dil bağlamında yeniden üretiliyor. Ancak, burada şairin aşması gereken durum, iletideki sağlamlığı kurgu ve dildeki yenilenmeyle yükseltmek… Bu açıdan ikinci kitaptaki şiirlerle üçüncü kitaptakiler karşılaştırıldığında, giderek kendini aştığını söyleyebiliriz. Örneğin, “Dilindeki Ustura”da yer alan “Amed” şiiri düz ve abartılı bir anlatı diliyle yazılmışken “Göz Gölgesi”nde yer alan “Amed’i Öpüyorum Alnından” şiiri, başlıktaki eğretileme başta olmak üzere birinci dizedeki “Şehir kaldırım yürüyüşüne çıktı” ad aktarması (mecaz-i mürsel) sanatsal bir zenginlik taşımaktadır. Bu şiirin son bölümünde yer alan “Ey benim/ Mezopotamya’mın atardamarı/ Anamın ağıt sıkıntısı çekmeyen diyarı” (s.12) dizeleriyle bir kentin tarihsel ve toplumsal “kişilik”inin çok vurucu biçimde betimlendiği dikkat çekmektedir.    
Üçüncü kitapta yer alan “Kalk Git Artık” şiirinin ithafı şöyle: “Yaralı Coğrafyanın Yazgısı Uçurum Çocuklarına”. Üç bölümden oluşan bu şiirin bölüm başlıklarındaki ikişer dizeyi birleştirdiğimizde, tema-dil zenginliği en yoğun biçimiyle gerçekleşmektedir. Şöyle:

“Kalk git artık
Umudu prangalı başını dağların çilesine yasla
Kalk gör artık
Suçlu sandık asırlardır kaderin ellerini
Kalk boz artık
El avuç aç yüz sür aşkın ayağı değmiş toprağa” (s.53-54)

Bir yandan, ezilen halkların, sömürülen emeğin ironik bir isyanı olan şu iki dizeyi, sömürgenlerin münasip yerlerine ateşleyen bir şair Sevilay Yücedağ, “Barıştı Mavzere Sarılan” şiirinde:  “Adaletinizin keline bit düştü/ Haydi kaşıyın” (s.15) Diğer yandan, acılar ve hüzünler diyarında “hasret”i özgürlüğe kavuşmak için bileyen dizeler kurar şair: “İhanet çatısız baharları yıktı/ Kırılgan anlar çöktü gün ışıltısına/ Beyaz gülüşlü öfke asla dinmeyecek/ Aşk tükürecek yüzümüze/ Ve artık hasret kınında bilenecek!” (s.26) “Özgürlüğün Feryadı”nda “Ve yine/ Halkların özgürlük feryadıyla/ Çıktığım bütün yangınlara/ Geri döneceğim/ Ve yumup gözlerimi/ Özgürlüğün düşlerine/ Sonsuza kadar suskunluğa lâl kalacağım // Düğüm tarihin boynunda/ Boğulan benim” (s.72) diyen şair, “Kendi İpimi Voltaladım”da “Üç vakte kadar kuşlar halay çekecek” (s.110) dizesiyle umudunu maviliklere, dağların doruklarına taşır.
Birinci kitabının adı da olan “Sustun” şiirinde “En hain pusudur artık suskunluğun/ Sabrımın sınırlarına kurulmuş” (s.33) diyen şairin, hüzünden umuda yönelişte boğum boğum boğulma yaşadığını hissediyoruz. Bunu, “Kim Saklar Nefesini” şiirinin son bölümünde “yokluk”un derin bir çığlığı olarak dillendirdiğini görüyoruz Sevilay Yücedağ’ın. Şöyle:

Yoksun
Yaşam sökülmüş gırtlağımdan
Ne senden alacağım
Ne de ölümün sinsiliğinden
Yeryüzü yürürken üzerimde
Ben ah’ımı kokuna banıp
Kanımla yazıyorum her yere” (s.31)

Çarpıcı bağdaştırmalarla yeni imgeler yaratan şair, “Bu Gece Ölüm Ölmeli” şiirinin ikinci bölümünde şöyle diyor: “Derdinle kalırım kahrederse geceyi/ Üşürse kirpiğim yıldız seğirdiğinde/ Yağarsa yüzüm yağmur kesiklerine/ Ya bir de/ Gölgemin dallarına yaslanmışsa/ Yırtık kanatlı o yarasa/ Ah bilirim/ Sızım sızım bilirim/ Kan sızımı bilirim/ Yurdum baş göz edilmede/ Ateş barut sofrasına” (s.35) Bu dizelerde güçlü imgeler eşliğinde yurtsever bir insanın birey-toprak-toplum diyalektiğiyle ülkesinin savaş t/alanı haline getirilmesine karşı duruşu dile gelmektedir.
“Siya/Gölge” başlıklı şiirde anıştırma (telmih) sanatından da yararlanarak umudun kardelenini açar coğrafyasında. “Şimdi/ Toprağımın sinesini yakan kardelenler/ Zin sevdasına sıkılan Beko ihaneti/ Ferhad’ın elleriyle yüzünü örten Elma dağını/ Hiçbir dilde anılmayan Siya adını/ Yedi mühür içinde/ Yedi cihan hatrına/ Gözlerine dokunup/ Gölge etmeden sunsunlar mı/ Göçüp giden keşke’li zamanlarına” (s.37)
Sevilay Yücedağ, çok daha güçlü koşulmuş şiirlerin ışığını gösteriyor bize. Kimsenin gölgesine sığınmadan ve “keşkesiz yol”da özgürce yürüyen insan için, bu şiirler mücadele azığı olsun.