“3H şairi”
olarak kodlayabileceğimiz Sevilay Yücedağ’la tanışmamızı sağlayan, kendisi de
şair-yazarlığıyla edebiyat dünyamızda “içten yol alan” Ayşe Kaygusuz’a teşekkür
ediyorum öncelikle. Sermayenin, yeni Pazar alanlarını genişletirken özellikle
kadınlara “cadı avı”yla başlattığı büyük saldırının üzerinden 300 yıl geçmesine
karşın, günümüzde “ucuz işgücü”, “tüketim aracı”, “tecavüz nesnesi” haline
getirilmeye çalışıldığı günümüzde onurlarıyla emek ve sanat mücadelesi veren
Ayşe Kaygusuz arkadaşımız, her zamanki vefalılığıyla samimiyetine güvendiği
üretken insanları dostlarıyla buluşturur. Sevilay Yücedağ’la da, önce
“Dilindeki Ustura” ve “Göz Gölgesi” kitaplarını okumamızı sağlayıp sonra Ekin
Sanat Dergisi mekanında Mayıs 2012’de düzenlenen etkinlikte yüz yüze görüşme
olanağı bulmamıza zemin hazırladı. İnsan emeğinin hovardaca harcandığı
günümüzde, hele hele kadın şair-yazarların emeklerine ve dostluklarına
dayanışma çizgisinde sahip çıkmalarını, çok önemsediğimi vurgulamalıyım.
“Dilindeki
Ustura” ve “Göz Gölgesi” şiir kitaplarını yayımlayan Ekin Sanat Dergisi Genel Yayın
Yönetmeni Turgut Koçak, şairi şöyle tanıtıyor: “Hemen her dizesinde şairimiz,
bağ eğmez bir dava insanı olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, sevgi yoğunluğuyla
yaralara merhem oluyor. Önceki ‘Sustun’ ve ‘Dilindeki Ustura’ isimli şiir
kitabında da benzer şiirlerle bizi yüreklendiren Sevilay Yücedağ, kendi
özgünlüğünü yakalamış. ‘Göz Gölgesi’ şiir kitabında yer alan şiirlerini bir çırpıda
okuyor ve olağanüstü tat alıyorsunuz.” İlk kitabını okuma olanağı bulamamakla
birlikte, bu tanıtım yazısından yola çıkarak ikinci ve üçüncü şiir kitaplarına
dair ortak değerlendirmemizin sapma göstermeyeceğini belirtmeliyim.
Baştan dile
getirmekte yarar var; şair, “yaralı coğrafya”nın kadını. Dolayısıyla Ahmed
Arif’in deyişiyle “ağulardan süzülmüş”, bir bakıma acılarla çok erken
olgunlaşmış insanların yaşadığı Mezopotamya’nın şairi olarak, hüzün deryasında
hasret ateşiyle özgürlük kanatlarını durmadan çırpması kaçınılmaz oluyor.
“Alışamam Sensizliğe” şiirinin son bölümünde “Ey benim/ Mezopotamya asıllı
derdim/ Sen söyle/ Zin kapısına yüz sürüp/ Seni nasıl yazmalı” (s.10) dizelerinde
duyduğu o büyük kaygıyı iki kitabında da başat olarak hisseden şair, aşkı,
sevdayı, özlemi, ayrılığı işlediği duygu yoğunluklu şiirlerine de bir biçimde
yedirmeyi başarıyor, “Dört Adımlık Hücrem” şiirinin son bölümünde olduğu üzere:
“Hatırlamalısın beni/ Dört adımlık hücre de hasret zengini/ Şimdi nerdesin/
Zagros yürekli yarim/ Seslensem/ Yasal bir dipçik açsa/ Göğüs hizamda/ Ah
seslen/sen / Kürdi bakan gözlerinle/ Şu kısacık voltayı yarıda kessem” (s.29)
Sevilay Yücedağ’ın
şiirinin izleğinde üç sözcükle özetlediğim “hüzün-hasret-hürriyet” çevreninde
insanın bütünleştiği doğasıyla birlikte var olma savaşımı ağır basıyor. Kadın
olarak katmerli ezilmişliğin zorluklarının kendi iç dünyasında yarattığı büyük
volkanı dilindeki usturayla kanata kanata patlatan bir şiir dili var şairin.
Zaman zaman “tekrar” izlenimi veren söyleyişlerdeki vuruş, her şiirin tema-dil
bağlamında yeniden üretiliyor. Ancak, burada şairin aşması gereken durum,
iletideki sağlamlığı kurgu ve dildeki yenilenmeyle yükseltmek… Bu açıdan ikinci
kitaptaki şiirlerle üçüncü kitaptakiler karşılaştırıldığında, giderek kendini
aştığını söyleyebiliriz. Örneğin, “Dilindeki Ustura”da yer alan “Amed” şiiri
düz ve abartılı bir anlatı diliyle yazılmışken “Göz Gölgesi”nde yer alan
“Amed’i Öpüyorum Alnından” şiiri, başlıktaki eğretileme başta olmak üzere birinci
dizedeki “Şehir kaldırım yürüyüşüne çıktı” ad aktarması (mecaz-i mürsel)
sanatsal bir zenginlik taşımaktadır. Bu şiirin son bölümünde yer alan “Ey
benim/ Mezopotamya’mın atardamarı/ Anamın ağıt sıkıntısı çekmeyen diyarı”
(s.12) dizeleriyle bir kentin tarihsel ve toplumsal “kişilik”inin çok vurucu
biçimde betimlendiği dikkat çekmektedir.
Üçüncü kitapta
yer alan “Kalk Git Artık” şiirinin ithafı şöyle: “Yaralı Coğrafyanın Yazgısı
Uçurum Çocuklarına”. Üç bölümden oluşan bu şiirin bölüm başlıklarındaki ikişer
dizeyi birleştirdiğimizde, tema-dil zenginliği en yoğun biçimiyle
gerçekleşmektedir. Şöyle:
“Kalk git
artık
Umudu prangalı
başını dağların çilesine yasla
Kalk gör artık
Suçlu sandık
asırlardır kaderin ellerini
Kalk boz artık
El avuç aç yüz
sür aşkın ayağı değmiş toprağa” (s.53-54)
Bir yandan, ezilen
halkların, sömürülen emeğin ironik bir isyanı olan şu iki dizeyi, sömürgenlerin
münasip yerlerine ateşleyen bir şair Sevilay Yücedağ, “Barıştı Mavzere Sarılan”
şiirinde: “Adaletinizin keline bit düştü/
Haydi kaşıyın” (s.15) Diğer yandan, acılar ve hüzünler diyarında “hasret”i
özgürlüğe kavuşmak için bileyen dizeler kurar şair: “İhanet çatısız baharları
yıktı/ Kırılgan anlar çöktü gün ışıltısına/ Beyaz gülüşlü öfke asla dinmeyecek/
Aşk tükürecek yüzümüze/ Ve artık hasret kınında bilenecek!” (s.26) “Özgürlüğün
Feryadı”nda “Ve yine/ Halkların özgürlük feryadıyla/ Çıktığım bütün yangınlara/
Geri döneceğim/ Ve yumup gözlerimi/ Özgürlüğün düşlerine/ Sonsuza kadar
suskunluğa lâl kalacağım // Düğüm tarihin boynunda/ Boğulan benim” (s.72) diyen
şair, “Kendi İpimi Voltaladım”da “Üç vakte kadar kuşlar halay çekecek” (s.110)
dizesiyle umudunu maviliklere, dağların doruklarına taşır.
Birinci
kitabının adı da olan “Sustun” şiirinde “En hain pusudur artık suskunluğun/
Sabrımın sınırlarına kurulmuş” (s.33) diyen şairin, hüzünden umuda yönelişte
boğum boğum boğulma yaşadığını hissediyoruz. Bunu, “Kim Saklar Nefesini”
şiirinin son bölümünde “yokluk”un derin bir çığlığı olarak dillendirdiğini
görüyoruz Sevilay Yücedağ’ın. Şöyle:
Yoksun
Yaşam sökülmüş
gırtlağımdan
Ne senden
alacağım
Ne de ölümün
sinsiliğinden
Yeryüzü
yürürken üzerimde
Ben ah’ımı
kokuna banıp
Kanımla
yazıyorum her yere” (s.31)
Çarpıcı
bağdaştırmalarla yeni imgeler yaratan şair, “Bu Gece Ölüm Ölmeli” şiirinin
ikinci bölümünde şöyle diyor: “Derdinle kalırım kahrederse geceyi/ Üşürse
kirpiğim yıldız seğirdiğinde/ Yağarsa yüzüm yağmur kesiklerine/ Ya bir de/
Gölgemin dallarına yaslanmışsa/ Yırtık kanatlı o yarasa/ Ah bilirim/ Sızım
sızım bilirim/ Kan sızımı bilirim/ Yurdum baş göz edilmede/ Ateş barut
sofrasına” (s.35) Bu dizelerde güçlü imgeler eşliğinde yurtsever bir insanın
birey-toprak-toplum diyalektiğiyle ülkesinin savaş t/alanı haline getirilmesine
karşı duruşu dile gelmektedir.
“Siya/Gölge”
başlıklı şiirde anıştırma (telmih) sanatından da yararlanarak umudun
kardelenini açar coğrafyasında. “Şimdi/ Toprağımın sinesini yakan kardelenler/
Zin sevdasına sıkılan Beko ihaneti/ Ferhad’ın elleriyle yüzünü örten Elma
dağını/ Hiçbir dilde anılmayan Siya adını/ Yedi mühür içinde/ Yedi cihan
hatrına/ Gözlerine dokunup/ Gölge etmeden sunsunlar mı/ Göçüp giden keşke’li
zamanlarına” (s.37)
Sevilay
Yücedağ, çok daha güçlü koşulmuş şiirlerin ışığını gösteriyor bize. Kimsenin
gölgesine sığınmadan ve “keşkesiz yol”da özgürce yürüyen insan için, bu şiirler
mücadele azığı olsun.