19 Mart 2012 Pazartesi

-"Acı"yı "Kurtarıcı"ya Dönüştürmek İçin

"Acı"yı "Kurtarıcı"ya Dönüştürmek İçin - Müslüm Kabadayı


‘Barış’la ‘savaş’ diyalektiği nasıl ki ‘barış için savaş’ şiarında ifadesini bulmuşsa, ‘acı’ ile
‘tatlı’ ya da ‘mutluluk’ diyalektiği de ‘acıyı bal eylemek’ deyiminde özleşmiştir.

Tarihte, eşitlik ve özgürlükleri sağlayan zaferler, büyük acıların üzerinden kazanılmıştır.
Yakın tarihten birkaç örneğe bakmak yeterlidir bunu teyit etmek için. 1871 Paris Komünü,
krallığın açlığa ve acılara boğduğu Fransız halkının 70 günlük iktidarıdır. 1917 Sovyet
Devrimi, çarlık hapishanesi olan Rusya halklarının eşitlik ve özgürlük mücadelesiyle
sosyalizmi inşa etmesinin yolunu açmıştır. 1959 Küba Devrimi, ülkeyi kumarhane,
uyuşturucu batağına dönüştüren Batista diktatörlüğüne son vermiştir. Petrol gelirleri
başta olmak üzere birikimleri yağmalanan Venezüella halkının Bolivarcı devrimle
emperyalizme kafa tutar hale gelmesine başka örnekler de eklenebilir.

Halkların siyasal ve kültürel birikimi, bazen acıyı bal eylemeye dönüşmeyebiliyor. Sınıflı
toplumların ortaya çıktığı on bin yılı aşkın bir dönemde toplumu yönetme, emeği
sömürme yöntemleri konusunda ideolojik-siyasal deneyimleri zengin olan egemen
sınıfların Bizans oyunlarını fark etmeyen geniş yığınlar, etnik-dinsel-bölgesel
farklılıklarının kurbanı olmaya devam ediyor ne yazık ki’ Siyah-beyaz, Hıristiyan-
Müslüman, Ermeni-Türk ya da Türk-Kürt, şu ya da bu aşiret ayrımını sürekli
derinleştirerek iç çatışmalara neden olan egemen sınıflar, ülkemizde mezhep
farklılıklarını da sık sık işçi ve emekçileri bölmenin bir aracı olarak kullanagelmişlerdir.
1970’lerde hızla siyasallaşarak devrimci, sosyalist harekete yönelen işçileri, emekçileri
ve yoksul köylüleri din-mezhep temelinde, hemşehricilik anlayışıyla bölmeye
çalışan sermaye sınıfı, 24 Aralık 1978’de Maraş katliamı, arkasından Çorum ve Sivas
saldırılarıyla topluma korku salmaya çalışmıştır. ‘Alevi-Sünni çatışması’ kılıfıyla
sürdürülen bu saldırı ve katliamların bir benzeri Antakya’da uygulanmak istenmiş; ancak
oradaki devrimci, sosyalist örgütlerde yer alan Türk-Arap ya da Alevi-Sünni kökenli
devrimcilerin ortak mücadelesiyle bu oyun bozulmuştur. ‘Sınıf bilinci’ ya da ‘halkların
kardeşliği’ kültürü gelişkin insanların etkin olduğu yerlerde, bu oyunların etkili olamaması önemlidir ve bize nasıl bir yol izlememiz gerektiği konusunda deneyim
sunmaktadır. Bu deneyimi tarih bilincimizin yol gösterici hanesine yazarak, 2 Temmuz
1993 ‘Sivas Kıyımı’nı her yönüyle sağlam temellerde değerlendirmek ve geleceğe
dersler çıkarmak daha anlamlı olacaktır.

‘Sorma be birader mezhebimizi/ Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır.’ diyen Aleviler,
komünistlerin ‘yoldaşlık’ bilincine en yakın kültürü oluşturdukları için, özellikle 1960’lı
yıllardan itibaren ülkemizde yükselen sosyalist hareket ve işçi-emekçi sınıf
mücadelesinin içinde yoğun olarak yer almaya başlamışlardır. 1960’larda büyük
çoğunluğu kırsalda ve kapalı toplum ilişkileriyle yaşayan Alevi halkın sola yönelimden
çekinen egemen güçler, iki yönteme başvurmuşlardır. Birincisi; Aleviler
içinden devşirdikleri ve sermayeyle çıkarları olan, DP’nin milletvekilliğini de
yapan, günümüz işbirlikçilerinden CEM Vakfı’nın başındaki İzzettin Doğan’ın babası
Hüseyin Doğan gibileri devşirmek olmuştur. İkincisi de; yerleşim birimlerine zorla cami
yaptırmak başta olmak üzere zorunlu din dersi gibi uygulamalarla kültürlerinden
uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Toplumsal ve siyasal mücadelede öne çıkan Alevileri,
ülkemizin ortak toplumsal ve siyasal mücadelesinden kopararak, bir dinsel
örgütlenmeyle marjinalleştirmek için ‘Birlik Partisi’ gibi ayrı siyasal örgütlenmelerin
bile önü açılmıştır. Bu ders alınması gereken örnekleri çoğaltmak mümkündür. Önemli
olan toplumsal olaylara tarihsel ve diyalektik materyalist yöntemle bütünlüklü bakmayı
siyasal mücadelelerinin önüne kılavuz olarak koyan sosyalistlerin, işçi ve emekçilerin
sınıfsal birliğini, halkların kardeşliğini tahrip eden tüm politikaları deşifre ederek, işçi
sınıfı ve tüm ezilenlerin eşitlik ve özgürlük temelinde toplumsal kurtuluşunu amaçlayan
mücadele birliğini sağlamalarıdır.

Peki, neden 2 Temmuz 1993’te ‘Sivas Kıyımı’ yapıldı’


Dostlar, yoldaşlar, ülkemizin yüzü aydınlığa dönük güzel insanları; işte bu soruya dönemsel
ve genel boyutlarıyla sağlıklı yanıt verdiğimizde, bugün ve yarın da nasıl bir ‘yol’
izlememiz gerektiğini, ‘yoldaşlığımızı nasıl güçlendirebileceğimizi’ daha sağlam bir
temelde gerçekleştirebiliriz.

Hatırlanacağı üzere 1993, ülkemizde sömürülen kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli
sendikal mücadelede örgütsel ve siyasal bakımdan etkinliğinin yükseldiği bir yıldır. Aynı
biçimde Kürt emekçilerinin, yoksul köylülerinin desteğiyle yükselen mücadelenin,
egemen güçleri sarsmaya başladığı bir yıldır. Ezilen Alevi halkın taleplerini dile getiren
Pir Sultan Abdal derneklerinin etkinleşmeye başladığı bu yılda, etkinlikler Banaz’dan
Sivas kent merkezine taşınmıştır. Yani ciddi bir sıçrama kaydedilmiştir. Diğer
gelişmeleri de dikkate aldığımızda, sermaye sınıfının ülkeyi yönetmekte zorlanmaya
başladığını söylemek mümkündür. İşte bu nedenle 1993’te Türkiye kapitalistleri ve
işbirliği yaptıkları emperyalist odaklar düğmeye basmışlardır. Bir taraftan Türkiye işçi
sınıfının sınıfsal mücadelesini ortaklaştırmak isteyen Kürt kökenli sendikacılar başta
olmak üzere ( Petrol-İş Başkanı Münir Ceylan’ın hapse atılması bunun en somut
örneğidir.) devrimci, sosyalist işçi önderleri ya sendika yönetimlerinden uzaklaştırılmış
ya da haklarında davalar açılarak sınıfla bağları koparılmıştır. Diğer yandan Kürt siyasal
hareketi diplomasiye boğularak Avrupa merkezli bir mücadeleye yönlendirilmiştir. Ülke
içinde de siyasi cinayetlerin önü açılmıştır. Sınıfsal, toplumsal, inanç ve ulusal
bakımlardan ezilenlerin birleşik mücadelesinin sağlanabileceği, bunun da Türkiye
kapitalizminin mezarını kazarak eşit ve özgür insanların yaşayacağı sosyalist bir
Türkiye’ye evrilebileceği bir sürecin önünü kesmek için üçüncü olarak Sivas kıyımı
gerçekleştirilmiştir. Böylece, bir yandan ülke yangın yerine dönüştürülerek topluma
korku verilmiş, diğer yandan işçi-emekçi sınıfın sendikal, siyasal öncüleri arasındaki
ortak mücadele bağı kesilmek istenmiştir. Ülkenin toplumsal ve siyasal bakımdan
gericileştirilmesinin, sömürünün azgınlaştırılmasının 12 Eylül’den sonraki büyük darbesi
1993’te böylece vurulmuştur. Türkiye işçi sınıfının sendikal örgütlerine, siyasal
öncülerine; emekçi ve yoksul Kürtlerin temsilcilerine, Alevilerin mücadeleci örgütlerine
ve aydın-sanatçılarına bu büyük darbe 1993’te vurulmamış olsaydı, bu darbenin
mimarları olan DYP-SHP Hükümeti, ülkemizin daha çok soyulmasına ve emekçilerin
daha çok yoksullaşmasına yol açan 1994’teki 5 Nisan Kararlarını bu ülkede uygulayamazlardı.

Değerli Dostlar, yoldaşlar, ülkemin güzel insanları; nasıl ki 12 Eylül askeri faşist darbesi nasıl
ki 24 Ocak Kararlarının hayata geçirilmesi için işçi ve emekçilerin sendikal, siyasal ve
demokratik kitle örgütlerini silindir gibi ezmeye çalıştıysa, ‘1993 konsepti’ olarak bilinen
Türkiye sermayesi ve emperyalizmin birlikte planladığı darbe de 5 Nisan Kararlarının
hayata geçirilmesi, ülkenin toplumsal dokusunun gericileştirilmesi için yapılmıştır.
Bugün emperyalizmin en işbirlikçi devlet partisi olan AKP iktidarının yolu da bu
darbelerle açılmıştır. 2 Temmuz’da Sivas Madımak Oteli’nde yakılan ‘Güneşin
Ozanları’nı bugün burada anmamızın anlamı da, işçi sınıfımıza, onun siyasal öncülerine,
tüm ezilenlere sürekli darbeler düzenleyen bu kapitalist düzene olan ‘sınıf kinimizi’
bilemektir. Onun için Nâzım Hikmet Kültür Merkezi olarak, Madımak Oteli, ‘Utanç
Müzesi’ olsun diyoruz; insan emeğine, eşitlik ve özgürlük bilincine düşman olanların
katliamcı yüzlerini kimse unutmasın istiyoruz. İşte bunu başardığımız oranda ‘acı’yı
‘kurtarıcı’ya dönüştürmüş olacağız.

Ve şimdi bu kararlılıkla ‘Güneşin Ozanları’ adına haykırıyoruz :

‘ Boyun eğmem asla sana / Yaksan bile bedenimi

Ben doğarım küllerimden / Gücün varsa durdur beni’


Müslüm Kabadayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder