21 Mart 2012 Çarşamba

Bilim ve Sanatla Ucubeler Tarih Sahnesinden Silinir

‘Eskisi olmayanın yenisi olmaz.’ derler; her yeni eskinin kabuğunu yırtarak doğar ve
gelişir, ta ki bir başka ‘yeni’nin doğuşuna kadar. Bu olgu, biyolojik evrimde
organizmanın karmaşık gelişimi olarak karşımıza çıktığı gibi kültürel evrimde de
felsefe, bilim ve sanatın zenginleşmesi biçiminde gerçekleşir.

Bırakınız dikkatlice incelemeyi, çıplak gözle sorgulandığında bile anlaşılacağı üzere
yaşamın her alanında bilgiler, tabakalaşarak yükselmektedir. Bunu, sanat alanında
taklitle başlayıp yaratıcı yeteneğiyle insanın soyut yapıtlar verme aşamasına
geçmesinde görürüz. Sanat tarihi incelendiğinde de görülmektedir ki, mitolojide,
inançlarda olduğu üzere uygarlıkların oluştuğu merkezlerde ortak ihtiyaçlardan
kaynaklanan soyutlamalara başvurulduğu anlaşılmaktadır. ‘Sözgelimi şans kavramı,
Yunan mitolojisinde Tykhe adındaki şans tanrıçası ile eğretilenirken, Hindu inanışında
Lakşmi ve Anuradha, Şinto dininde Yedi Şanslı Tanrı gibi kavramlarla karşılanır.’
Yunan, Anadolu, Hint ve Japon coğrafyalarında aynı kavrama farklı adlarla ama benzer
sembollerle açıklık kazandırmak değil de nedir bu’

Dünya’nın değişik coğrafyalarında yaratılmış olan büyük kültürlerin yapıtları, bir
yandan insanlığın gelişimine ayna tutarken; diğer yandan yeni kuşakların estetik
değerlerinin gelişimine zemin sunmaktadır. Dolayısıyla Dünya’nın neresinde ve hangi
uygarlığa ait olursa olsun, bunları ortak miras olarak sahiplenmek, tarih bilincimizin
gereğidir. Bu bakımdan Antakya’da son dönemde yaşananlar, daha önceki dönemlerde
meydana gelen yıkım ve duyarsızlıkların yeni boyutlar kazandığını göstermektedir.

Tykhe (Tike), Yunan mitolojisinde geçmekle birlikte literatürde ‘Antakya Tykhe’si
olarak anılmaktadır. Sanat yapıtının üretildiği dönemin özelliklerini kavramaktan uzak
gericilerce ‘fahişe’ olarak nitelenmesinin sakatlığı bir yana, Antakya’da Vali Ürgen
Alanı’nda (halk arasında ‘Valigöbeği’ denmekte) 2000’li yılların başında dikilen Tykhe
heykelinin başının kırılmış olduğunu ve aradan epey zaman geçmesine karşın bu ayıbın
belediye veya valilikçe ortadan kaldırılmadığını öğrenmenin derin acısını duyuyoruz.
Bu acıya parmak basıp kent kültürüne sahip çıkma açısından kanayan yaranın tedavi
edilmesi için girişimlerde bulunan emekli eğitimci ve yazar Duran Yaşar’ın sesine ses
katmak istiyoruz.

"Ey Hataylı aydınlar ve sanatçılar! Emperyalizm tarafından Dünya’nın, Türkiye
kapitalizmi tarafından ülkemizin yeni ortaçağ karanlığına gömülmek istendiği bir
dönemde aydınlanmaya, tarihi kent kültürüne ve sanata sahip çıkmak üzere ayağa
kalkmadığınız zaman, bu ucube dalga sizi de kıyıya vurur. Tarih, başkanların,
sultanların, papaların, şeyhülislamların yaktırma, yıktırma, yasaklatma eylemleriyle
doludur. Hitler’in meydanlarda kitap yaktırması bizi öfkelendirir, nefretimizi biler ama
şaşırtmaz. Şaşırtıcı olan, böyle bir zalimlik karşısında suskun ya da pısırık kalmaktır.
Berthold Brecht, Thomas Mann, Kurt Tucholsky gibi eserleri saldırıya uğrayan
sanatçılar pısırık mı durdular’ Pısırık dursalardı, o kara perde yırtılıp atılabilir miydi’
Karanlığa karşı dik, ödünsüz, kavgacı duruşlarıyla asıl tarihi onlar yazdılar, insana
dönük olanı onlar temsil ettiler."

Uzun söze gerek yok, Antakya Belediyesi ya da Hatay Valiliği, kentin tarihi dokusunu
yansıtan her yapıtı önemsemeli; bunları gün ışığına çıkarmak, korumak ve yeni
yaratımlarını desteklemek üzere kolları sıvamalıdır. Bu konuda çaba göstermeyenleri
tarih yargılayacağı gibi kamunun vicdanında mahkum olacaklardır. Nasıl ki
Antakya’daki tarihi Roma köprüsünü yıkanlar lanetle anılıyorsa, mevcut sanat
yapıtlarımıza sahip çıkmayanlar da aynı akıbetle karşılaşacaklardır.

Tarih bilincinin terazisi, her şeyi tüyle tartar.


Müslüm Kabadayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder