21 Mart 2012 Çarşamba

Düş Görüş Öyküleri

26 öyküden oluşan bu kitap, Şubat 2011’de okuyucusuna kavuştu. Ayşe Kaygusuz’un
ilk kitabı ve kalemin kılıçtan keskinliğini doğrulayan bir yazarlık başarısı’ Şiir ve
öyküde yoğunlaşan yazar, son zamanlarda söyleşilere de ağırlık vermekte, kitap
tanıtımlarına yönelmekte.
Bugüne kadar hakkında tanıtım, inceleme-araştırma üzerinden değerlendirme yazıları
kaleme aldığım sanatçıları seçerken dikkat ettiğim iki temel ölçüte özen göstermeye
çalışıyorum. Birinci ölçütüm; yaşamı ve kişiliğiyle bir emekçinin kazanması gereken
niteliklere uygunluğuyla ilgili. Doğrudan işçi-emekçi sınıfın içinden gelmesi daha da
önemli olmakla birlikte, başka sınıftan gelse de yaşamını işçi sınıfın kurtuluşuna
odaklayan samimi bir mücadele çizgisinin olması; o sanatçının daha geniş kitlelerce,
özellikle genç kuşaklarca tanınması, yapıtlarının takip edilmesi için emek çaba
göstermeme yetiyor. Ölçütümün ikincisi ise, sanatçının yapıtlarının içerik ve biçim
bakımından tutarlı biçimde toplumsal yoğunluk ve toplumcu bir perspektif taşıyor
olması. Ayşe Kaygusuz; gerek hem kadın hem de emekçi bir insan olarak kapitalist
toplumdaki zorlukları mücadele ederek aşmaya çalışması, gerek okuma uğraşını hem
okul hem de öykü-roman-şiir-araştırma kitapları okuyarak geliştirmesi, o arada yazma
çabasını bıkmadan sürdürmesi nedeniyle böyle bir ilgiyi hak ediyor.
Onun yaşam öyküsünü özlü biçimde verip ‘Düş/görüş’ öykü kitabını tanıtmak-
değerlendirmekte fayda görüyorum. Böylece yazdıklarındaki sahicilik daha iyi anlaşılır
düşüncesindeyim. Tokat’ın Zile ilçesinde 1965’te doğan Ayşe Kaygusuz, daha gençliğe
ilk adımını atmışken evlenir 1981’de. Bu evlilikten Ertan, Esin, Erdal adında 3 çocuğu
olur. 13 yıl köyde (Tokat Artova’ya bağlı Tanyeli’nde) yaşadıktan sonra Turhal’a
taşınırlar eşi Bayram’la. Ailecek yaşadıkları ekonomik zorluklara eşinin kalbi yenik
düşünce, 2003’te çocuklarıyla Ankara’ya göçer. Beş yıl bazlama, gözleme, yufka, erişte,
tarhana yapıp satarak geçimini sağlar. Halen Ekin Sanat Dergisi’nde çalışmaya devam
etmektedir.
Öğrenim hayatına gelince, ilk ve ortaokulu Turhal’da okur. 20 yıl aradan sonra, Açık
Öğretim Lisesini bitirir. Yükseköğrenimi de bitirme kararlılığındadır, Eskişehir Anadolu
Üniversitesi İktisat Fakültesi 2 sınıf öğrenciliğini sürdürmektedir.
Yazma çabası, otuz yıldır günlük tutarak biçimlenen Ayşe Kaygusuz, bunu şöyle ifade
etmektedir: ‘İlkokulda elime aldığım kurşun kalemi hiç bırakmadım.’ İlk öyküleri
2007’de ‘Şimşek’ soyadıyla yayınlanan Ayşe Hanım, 2009’dan itibaren ‘Kaygusuz’u
kullanmaya başlar. Öykü, şiir, söyleşileri yanında yazarlar hakkında hazırladığı yazıları,
Ekin Sanat Edebiyat, İnsancıl, Paspatur, Sincan İstasyonu, Deliler Teknesi, Karşın
Edebiyat, Güncel Sanat, Ankara Edebiyat, Yaba Edebiyat, Mor Taka, Tersakan Toros,
Mahsunice, Tarz ve Lacivert Edebiyat dergilerinde yayınlanır.
‘Düş/görüş’teki öyküler; konu ve tema bakımından emekçi kadınların yaşam
mücadelelerinde biçimlenen kişiliklerine odaklanmaktadır. Bu kişiliklerin biçimlendiği
koşullar, ortamlar o denli sahicidir ki, okuyucusunu olay içinde yaşatma ve harekete
geçirme bakımından etkileyicidir. Zaman zaman kurgu ve anlatımda aksama ya da
uzatmalar olsa da kişiliklerin başarılı çizimi ve anlatımın sıcaklığı okuyucuyu peşinden
sürüklemeye yetmektedir. Kocası Arif’in ayak bileğinin kırılması nedeniyle kağıt
toplayarak ailenin geçimini sağlama savaşı veren Sevim’in, pazar yerinde avuçladığı bir
poşetin içindeki dışkılara elinin bulanması üzerine, ‘Kazan gibi kaynadı içi, ağlamamak
için zor tuttu kendini’’ diyen bir yazarın sahici anlatımıdır, okuyucuyu öykünün içine
çeken. Kitapta bir okur olarak beni çok derinden sarsan öykü ise ‘Piyango Bayan’ oldu.
Büyük ürkeklikle bir otobüs terminalinde piyango bileti satarak ailesinin geçimini
sağlamak isteyen bir kadının, oradaki çetelerle, zabıta ve polislerle yaşadığı gerilimi
anlatan bu öykünün sonunda, ilişkilerin çirkinleştirildiği ortamda kadın direncini ortaya
koyarak kişilik kazanan kahramanla onu sorgulayan amirin iç hesaplaşmalarını aktarmak
istiyorum.
‘İçini bir ateş sardı. Kıpkırmızı oldu yüzü. Utancından değildi yüzünün kızarması.
Sadece birileriyle bu şekilde karşılaşmaktan, böyle çirkin ortamlardandı. Ama küçüğü
hiç gözünün önünden gitmiyordu. Gece yarısına, eve dönünceye kadar onu bekleyen.
Kapısını açtığında, ‘Sen süt mü getirdin’’ diyen.
Amir tepeden tırnağa süzüyor, gözlerine gelince dalıyordu.Onun yerinde kendi karısını
düşünüyordu. ‘Karım da bu kadar direnebilir mi, benim yokluğumda hayata’ Bu kadar
güçlü olur, dürüstçe yaşayabilir mi’ Yoksa karım kendini’’
Kurguladığı bu son söz, gittikçe büyüyordu kafasında. Kendi karısı yapıyorsa, bu kadın
da yapmalıydı. Sinirleri gerildi, gerildi. Birden bağırdı amir: ‘Başka bir şey yap kadın!
Başka bir şey! Anladın mı’’’ (s.64)
Bu öykü; doğal yaşamın özne-nesne ilişkisinde eylemli bilinç geliştirmesiyle farklı bir
konum kazanan insanın, kadın-erkek ilişkilerinde hem estetik hem de etik bakımdan eşit
ve özgür bir düzlemin yaratmasının ne denli önemli olduğunu gösteriyor.
Aysel, Aydan, Ayşe, Ayşen, Aylin gibi ‘A’yla başlayanlar yanında Sevgi, Sevim gibi ‘S’
ile başlayan kadın kahramanların öne çıktığı öykülerden ‘Duvardaki Kan’da, emek ve
cinsiyet sömürüsünün iç içe katlandığı ‘aile’ yapılanmasının, gelin-kaynana-oğul
ilişkileriyle nasıl gerçekleştirildiğini çarpıcı biçimde anlatılmaktadır. Kentten köye
gelerek ortama çabucak uyum sağlayan Aysel’in, kendisi gibi kadın olan kaynanası
tarafından oğlunun kışkırtılmasıyla uğradığı büyük haksızlık, duyguların da yıkımına yol
açar. Kaynananın, geceleri okumak için ışığı yakmasını bile sorun haline getirmesinin,
bir gelin için ne denli köreltici bir durum olduğunu, öykünün renkli tablosundan
görmek’ Okuma özürlüler için acıtıcı ve uyarıcı.Yazarın öyküyü bitirişi de ilginç; çünkü
karısına vuran ‘el’in, insan beyninin gelişimindeki rolü bakımından tevriyeli
kullanıldığını görüyoruz. Şöyle: ‘Usul usul yaklaştı Aysel’e. Diz çöktü dizlerinin dibine.
Ellerini tutmaya niyetlendi. Kendi ellerine baktı önce.’ (s.32)
‘Deli Büyüttü Beni’ öyküsü, kurgu ve anlatım bakımından daha çok işlenmeyi hak
ediyor. Ali ve Sevgi’nin evlenip sınıfsal ve siyasal mücadeleyi birlikte omuzlamaları,
çevrede adlarının ‘ayrılmaz ikili’ye çıkması, askeri darbede önce Ali’nin, sonra da
Sevgi’nin tutuklanmaları, bu duruma isyan olsun diye ‘Özgür’ adını verdikleri
bebeklerinin de mahallenin delisinin sevgisine kalması’ Bu öyküde geçişler çok hızlı
olduğu gibi, olaylar-kahramanlar ilişkisinde yüzeysel bağlar kurulmuş. Nedensellik
bakımından çok daha derinlemesine işlenmesi gereken öyküde, betimleme zenginliğine
ışık yakan şu cümle dikkat çekiyor: ‘Yüreği içten içe göynüyerek öğütüyordu dilindeki
sözcükleri.’ (s.20)
Bu öyküye benzer biçimde ‘Yağmur ve Hüzün’ün son bölümü de çok hızlı bir geçişle
bitirilmiş. Dolayısıyla olay örgüsü ile kurgu bakımından ciddi bir aksama var. Birden
Meryem’in kocası Akın’a ‘Hep senin iyi niyetinden kaybediyoruz.’ demesinden sonra
hastalanıp ölen Akın’ın bir paragrafta anlatımıyla bitiyor öykü. Böylece, nedensellik
bakımından ciddi bir eksiklik çıkıyor ortaya.
‘Duymadınız mı’’ başlıklı öykünün ise, anneanneyle torunun içten ve derinden süren
diyaloglarla hayvanların özelliklerinin öğrenilmesi, ‘savaş’ın çocuk algısı üzerinden
çarpıcı biçimde sorgulanması, ‘barış’ın yaşama sevinci ve paylaşım isteğiyle
içselleştirilmesi bakımından etkileyici bir anlatımı var. Şu cümle hissettiriyor çocukları
ciddiye almayı: ‘Sınırsız öğrenme isteği, ardı arkası gelmeyen sorularıyla öğretmenine
teslim ediyorum, yüreğimin sevincini!’ (s.34)
Kapitalizmin yapısal sorunlarından biri olan yoksulluk ve işsizlik olgusunun farklı bir
kurgu ve ille anlatıldığı ‘Yarına Umut’ öyküsünde, bir nesnenin kişileştirilmesi sanatına
da tanık olmaktayız. Sermayenin kâr hırsı nedeniyle her şeyi yağmaladığı vahşi
kapitalizm koşullarında kentlerin merkezlerinde amele pazarları çoğalırken, kentteşlerim
olan Antakyalıların da ‘Köprübaşı’nda iş bulmak umuduyla toplandığını yakından
biliyorum. Bu öyküde de işsilerin ‘Köprübaşı’nda toplandığını okumak, bu acı gerçeğin
tablosunu beynimde daha bir canlı hale getirdi. Yazar şöyle betimliyor bu tabloyu:

‘Buraya her sabah başka bir umutla gelirdi insanlar. Hemen hergün aynı konuşmalara
tanık olurdu etrafında toplanılan alandaki heykel, konuşmaları sessiz sessiz dinler, tek
tek not ederdi güncesine’’ (s.75)
‘Düş/görüş’te kadının aşkla başkalaşımını konu edinen kısa öyküler de dikkat çekiyor.
Yazarın bu öykülerde kullandığı dil, başvurduğu anlatım biçimi de diğer öykülerden
farklı. Benzetme, eğretileme başta olmak üzere sanatların ağır bastığı ve duygunun
derinlemesine işlendiği kısa ya da yoğun anlamlı cümleler var. ‘Gövemerik bakışlı bir
çift göz.’ (s.5) ‘İçimden kaynar bir nehir akıyordu. Dudakları yarıldı payın payın.’ (s.10)
‘Büyüyen gözlerimde donduruyorum çaresizliğini. (‘) Yatağını oyan dere gibi eriyor
içim!...’ (s.13) ‘Kanatları rengarenk parlayan yeni bir ruh, gizemle dolaşıyor her bir
hücremde.’ (s.14) ‘Yutkundu! Binlerce sözcüğü yuttu! Sevdayı, sevgiyi, sevişmeleri,
acıyı, tatlıyı, zoru, hasreti, yalnızlığı, beklemeyi, kadın olmayı, ana olmayı
yutkunduğunu sandığında, gırtlağının iniş çıkışında anlattı!’ (s.16) ‘Hiç bitmese bu
yolculuk. Zamanı bulutlara asabilsem.’ (s.39) ‘Özgürlüğün delişmen rüzgarı, yelesinde
sevincin uçurtmasını havalandıran, deli birer tay’’ (s.94)
‘Düş/görüş’ öyküsünde ise, güzel bir sinematografik anlatımla karşılaşıyoruz. Şöyle: ‘Ön sokak; yakın görünüm, yüksek ses. İnsanın dış görünüşü ve çevreye uyumu. Arka sokak;
uzak görünüm, kısık ses. Dokunan bir derinlik. İnsanın içi. Ruh ve iç ses, eşittir duygu.
Ne yapacağım şimdi’’ (s.103)
Bu etkileyici betimlemelerin, sanatlı ifade ve güçlü bağlantıların yanında bozuk cümle
ya da anlatımlar da yok değil. Kitabın bütünlüğü içinde çok dikkat çekmemekle birlikte,
bu türden çapakların temizlenmesi de gerekli. ‘Her tutkuyu tadabilir.’ (s.15) Buradaki
deyim aktarması, çağrışım bakımından uygun düşmemiş. ‘Oynadığı trajedi, oyunda çift
karakterliydi. Kendine zarar verme düşünce yetisini yitirmiş, durmadan içiyordu.’ (s.43)
Bu iki cümlede de anlam bulanıklığı yanında mantık hatası dikkat çekiyor. ‘Akşam
olunca çalışanlar, üç beş kuruş almanın rahatlığı içinde evlerine dönerken,
çalışamayanlar çalışmaktan çok yorgun düşüyor eve; tükenmiş umutlarını, başka bir
sabahta yeniliyorlardı.’ (s76) Bu cümlede ise, ‘çalışmaktan’ sözcüğünün yerine

‘çalışamamaktan’ ya da ‘çalışanlardan’ sözcükleri getirilmeli. Yazarın elinde olmayan,
daha çok editörün ya da düzeltmenin dikkat etmesi gereken birkaç dizgi ve baskı
yanlışlarını bir yana bırakacak olursak, güzel bir kitap düzenlemesiyle okuyucularıyla
buluşmuş ‘Düş/görüş’.
Başta yazar Ayşe Kaygusuz olmak üzere, bu kitapla buluşmamızı sağlayanların beynine
sağlık, kalemine kuvvet’
Şair ve yazarlar, genel olarak sanatçılar, kendilerini aşma mücadelesinin gücüyle
geleceğe yol alırlar. Ayşe Kaygusuz, ‘Düş/görüş’le edebiyat dünyasına kitap oylumunda
öykülerle girerken, aynı zamanda ‘yeni/görüş’lerle karşımızda yer aldığını göstermiş
oluyor. Onun, bu çabasında uzun ömürler edebiyatının kalemi olmasını diliyorum.


Müslüm Kabadayı


Kitabın Künyesi
Düş/Görüş
Ayşe Kaygusuz
Yayınevi: Ekin
Yayın Tarihi: Mart 2011
107 sayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder