GERİCİ VE TİCARİ EĞİTİM YASASININ KÜPÜ :
4+4+4
Eğitim; eşit ve özgür bir ortamda, bilimsel
temelde yapılmıyorsa, orada çürüme ve yozlaşma var demektir. Ne yazık ki
ülkemiz, insanlığı yeni bir ortaçağa hapsetmek isteyen emperyalist güçlerle her
şeyi ticari meta olarak gören Türkiye kapitalistleri tarafından her gün biraz
daha paranın saltanatına kurban edilmektedir. Dünya’da ve ülkemizde bilimsel
aydınlanmanın, eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin yüzlerce yılda kazandığı tüm
değerler, uluslar ası sermaye güçleri tarafından yoğun saldırılarla yok edilmek
istenmektedir.
1923-1946 arasında, Türkiye’nin
modernleşmesi, ülkenin kalkınması amacıyla eğitimde kendine özgü yenilikler,
arayışlar içine giren Cumhuriyet Hükümetleri, Millet Mektepleri, Köy
Mektepleri, Köy Enstitüsü deneyimleri yanında Halkevleri aracılığıyla halkın
eğitim ve kültür düzeyini yükseltmeye dönük önemli atılımlar yapmıştır.
Halkçı eğitimi gündeme sokan İsmail Hakkı
Tonguç ve onun Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de CHP’lidir, 1946’da ABD ile
ikili anlaşmaların, “Truman doktrini ve Marshall yardımı”nın basıncıyla ilk
darbeyi Köy Enstitüleri’ne indiren Reşat Şemsettin Sirer de CHP’lidir. Burada
açıkça şu saptamayı yapmak zorunludur. 1946’dan sonra eğitim başta olmak üzere
Türkiye’nin her politikası, adım adım emperyalist odaklarca belirlenmeye
başlanmıştır. İlahiyat Fakülteleri, İmam Hatipler başta olmak üzere dinsel
eğitimin önü her yıl katlanarak açılmış; 1990’a kadar sosyalist sistemin
basıncı nedeniyle kapitalist ülkelerde uygulanan “sosyal devlet” politikaları,
hızla terk edilerek, tüm kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi için
özelleştirme saldırıları hızlanmıştır.
Bugün burada tartıştığımız, aslında “Gerici
ve Piyasacı Eğitim Yasası” olarak kodladığımız, kamuoyuna da “4+4+4 Kesintili
Eğitim Yasası” olarak yansıyan başlıkta sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek
için, 1995’e gitmek gerekir. DYP-SHP Hükümeti döneminde Tansu Çiller’in Dünya
Ticaret Örgütü ile imzaladığı, bütün kamu hizmetlerini piyasaya devreden GATS adlı
sözleşme çok önemlidir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin
10 yıl içinde piyasaya açılması için, yani kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp
paralı hale getirilmesi amacını taşıyan bu sözleşme çerçevesinde, okullarda
katkı payı alınmaya başlanmış ve zamanla öğrencilerden toplanan paraların
kalemi 33’e çıkarılmıştır. Yine1995’te SPAN adlı bir Amerikan eğitim şirketinin,
YÖK içerisinde on yıl çalışarak işin temel eğitim kısmını hallettiğini
biliyoruz. 1999’dan beri yaşadığımız sınav skandallarını, minik bir NATO müdahalesiyle
8 yıllık kesintisiz eğitime geçtiğimizi, 2005’te liselerin 4 yıla uzatıldığını,
2005’te tüm müfredatların kuşa çevrildiğini ve 2006’da Mesleki Yeterlilik
Kurumu adıyla fakülteleri yutan, içinde Amerikalılar olan bir kurumun icat
edildiğini de biliyoruz. Bunlara sayfalar dolusu, diğer saldırıları, eğitimdeki
gericileşme ve piyasalaştırma politikalarının örneklerini ekleyebiliriz.
Bir mücadele deneyimi açısından çok önemli
bir olayı burada örneklemek istiyorum. Bugün “4+4+4 Kesintili Eğitim Yasa Teklifi”nin
gündeme gelmesiyle ülkede meydana gelen gelişmeleri anlamak için, 2006’da
gerçekleşen “Müfredat Davası”nın çok iyi kavranması gerektiğini düşünüyorum.
2003’te ABD’nin zorlamasıyla AKP iktidarıyla birlikte çubuğu Avrupalı
emperyalistlerin kucağına büken Türkiye’de yukarda adını zikrettiğimiz SPAN
adlı ABD eğitim şirketinin merkezinde durduğu ve AB’li uzmanların yönlendirdiği
“Yapılandırmacı Müfredat Programı” olarak adlandırılan değişiklik, 2004-2005
Eğitim-Öğretim Yılı’nda 120 okulda göstermelik olarak denenmiş ve hemen
2005-2006 Eğitim-Öğretim Yılı’nda genelleştirilmiştir. Bu değişikliğin, eğitimi
hızla gericileştireceği ve piyasalaştıracağı saptamasını yapan, benim de içinde
Yurtsever Eğitim emekçileri İnisiyatifi, bununla ilgili geniş araştırma ve
incelemeler yaparak, emekli bir ilköğretim müfettişi ve bir avukat olan Esmani
Kırmızı’nın da yardımıyla bu müfredatın iptaliyle ilgili dava açmak üzere
kolları sıvamıştır. O zaman İlköğretim 3. sınıfta öğrencisi bulunan Seher Yaşar
adlı veli arkadaşımız adına Danıştay’a açtığımız davanın hazırlık aşamasında ne
yazık ki Eğitim Sen başta olmak üzere ilgili sendika ve derneklerden bir destek
gelmemişti. Konunun önemini ilgili sendikalara bizim anlatmamıza bile gerek
olmadan, ülkemizin geleceğini karartacağı ve çocuklarımızın bilimsel eğitim
almalarının önünü keseceği belli olan bu müfredatın iptaliyle ilgili, özellikle
Eğitim Sen’in dava açması gerekirken açmadığı gibi, bu konuda çalışma yapan
üyelerine de destek vermemiştir. TBMM’de bulunan partilerden de bir ses
çıkmamıştır. Bu sağırlaşma süreci, Danıştay’ın (4 Mart 2009'da Müfredat
Davası'nın Danıştay'daki duruşmasında, 2005-2006 Eğitim-Öğretim Yılı'ndan bu
yana uygulanmakta olan İlköğretim Türkçe Dersi Programı'nın 1, 2 , 4 ve 5.
sınıflara ilişkin kısımları (115 sayılı karar) ve İlköğretim Hayat Bilgisi Dersi
Programı'nın (116 sayılı karar) tümünün iptaline oybirliği ile karar verildi.
Aynı davada ayrıca Hayat Bilgisi 1,2, ve 3. sınıf ders kitaplarının vatan
sevgisi ve demokrasi kültürü yönünden zayıf olduğu, yeni ilköğretim programının
geliştirilmeye muhtaç olduğu sonucuna ulaşılırken, Türkçe 1 ve 2. sınıf ders
kitaplarının önerilemeyeceği, 4. ve 5. sınıf Türkçe ders kitaplarının
metinlerinin uygun nitelikteki metinlerle değiştirilmesine ve kitaplarda
saptanan yanlışların düzeltilmesine ve eksikliklerinin giderilmesine karar
verildi.) “Gerici ve Piyasacı Müfredat”ın Hayat
Bilgisi programının tümünü ve Türkçe dersinin önemli bir kısmını, diğer
derslerin konu ve kitaplarıyla ilgili bazı bölümlerini iptal etmesine rağmen
sürdü. Bakınız bu karar verileli dört yıl oldu ve MEB, bu karar doğrultusunda
bir düzeltme yapmayıp hile-i şerle birkaç değişiklikle yeni program adı altında
uygulamaya devam etti.
Davanın açılmasının üzerinden nerdeyse 6 yıl geçiyor. Hem davayı açan
Seher Yaşar adlı velimiz üzerinden bizler, iptal edilmeyen ders programlarının
da iptal edilmesiyle ilgili hem de MEB, iptal edilen müfredat davalarıyla
ilgili temyize gittiğimiz halde Danıştay’ın ilgili dairesi 2009’dan beri davayı
sonuçlandırmış değil.
Şimdi bu deneyden çıkartılması gereken dersleri ve yapılması
gerekenleri özetlemek istiyorum.
1. Halkın tepkisini çekebilecek yasa değişiklikleri ya da uygulamalar,
mutlaka bir kılıfa giydirilerek toplumun önüne sunuluyor. Son 15 yıldır türban
ve din, Türkiye’deki her türlü özelleştirme ve gericileştirmenin temel kılıfı
olarak kullanılmıştır. Şimdi de “4+4+4”ü geçirebilmek için “Kur’an” araç olarak
kullanılmıştır. Oysa, yasanın içeriğinde gerek bilimselliğe aykırılık, gerekse
eğitimde ticareti öne çıkaran 20 Milyar Dolarlık FATİH Projesinin ihale kanunu
dışına çıkartılması ve gerekse ilköğretimin parasızlığına dair hükmün
kaldırılması gibi çok önemli saldırılar söz konusudur.
Öyleyse, bu örtülerin hangi amaçla
kullanıldığını çok hızlı ve etkin araçlarla, halkın kavrayacağı dille kitlelere
kavratılması konusundaki eksikliklerimizi gidermek durumundayız.
2. Eğitim süreçlerinin, toplumsal
gelişmelerle ne denli içi içe olduğu biliniyor. Sermaye sınıfının toplumsal
duyarlığı yok etmeye yönelik saldırılarına karşı, ülkesinin geleceğini ve
halkının özgürlüğünü düşünen tüm yurtseverler, işçi ve emekçi örgütleri,
sosyalist güçler, topyekun bir karşı duruş örmedikleri zaman, son olaylarda
yaşadığımız, gördüğümüz üzere parçalı halimizle alternatif güç olamıyoruz. Her
olay ve olguya tarihsellik ve bütünsellik açısından bakmayı ve ona göre halkı
örgütlü güç haline getirmeyi başarmak zorundayız. Boşuna demiyoruz: “Örgütlü
bir halkı, hiçbir güç yenemez!”
3. Ülkemizde gericiliğin cemaatler ve
tarikatlar üzerinden toplumu kuşatırken, en çok eğitim kurumlarını kullandıklarını
biliyoruz. O nedenle, aktif kitlesini de “eylem yorgunu” yapan sendikalarımız
başta olmak üzere tüm demokratik kitle örgütlerimizin, iç iktidar
çelişkilerinden ve kitlesinden kopuk yönetimler olmaktan bir an önce
çıkartılmasında ve yeni kuşak eğitimcilerin örgütlenmesine yönelik çalışmalara
ağırlık vermesinde büyük yarar vardır. Mücadele; içe yönelik grupların koltuk
kavgasıyla değil, gericiliğe, emperyalizme ve sermayeye yönelik dışa dönük
moral verici biçimde yürütülmelidir.
4. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi sanat ve
edebiyat atölyeleri yanında çocuk kulübü ve ücretsiz üniversiteye hazırlık
kurslarıyla çocuklarımızın ve gençlerimizin toplumsal, kültürel ve siyasal
birikim kazanmalarına katkıda bulunmaya devam ediyor. Bu çerçevede çalışma
yapan kurum ve kuruluşların, örgütlerin hem dayanışmasını artırmak, hem de
ülkenin tüm gözeneklerine kadar yaygınlaşmasını sağlamak zorundayız. Tolstoy
boşuna dememiş, “Kötülükler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar.”
diye. Biz de, “Toplumcu, aydınlanmacı damarımızı güçlendirerek, gericiliğin ve
piyasacılığın azgınlaşan dişlerini kırmalıyız.”
Bu düşünce ve dileklerle foruma katılanları
selamlıyorum.
7 Nisan 2012
Müslüm Kabadayı
Ankara NHKM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder