Çocukluk döneminde iradesi dışında coğrafi ‘göç’ yaşayanlar, iç
dünyalarında yoğunlaşan yaşantıların sivrilen uçlarını, yaratıcılığın ürüne
dönüşebileceği uygun koşulları bulduklarında felsefi, sanatsal ya da bilimsel
alanlara yönlendirebilmekteler. Köyden kente göç eden zeki, yaratıcı yeteneği
olan çocukların 1950-1980 arasında bu bakımdan öne çıktıklarına tanık oluyoruz.
Bölge ve ülke değiştirenler arasından da böyle örneklerin çıktığını biliyoruz.
Bu konuda istatistiki bir inceleme ya da sosyolojik bir araştırma yapılmış
mıdır bilemiyoruz ama Köy Enstitülerinde okuyan köy çocuklarından, bu konumda
olan birçok şair, yazar, ressam, müzisyen ve bilim insanının yetiştiğini
biliyoruz. Ahmed Arif, Orhan Kemal vd. birçok şair-yazarı buradaörnekleyebiliriz.
1955 sonrası, özellikle 1960’lı yıllarda köylerden kentlere göçerek yaratıcılıklarını
geliştirme olanağı bulanlar arasında yer alan ve şiirde güçlü kalem olanların,
İkinci Yeni hareketinden etkilenenlerin de az olmadığına tanık oluyoruz. Bunlar
arasından iki kişiyi -Akdeniz coğrafyasından yetişen Arif Coşkun’u, Karadeniz coğrafyasından
da Orhan Şadıllıoğlu’nu- örnekleyebiliriz. Arif Coşkun, Karbeyaz köyünden
Antakya’ya göçen bir ailenin çocuğu olarak önce İkinci Yeni etkisinde kalarak
şiirler yazar, 1970’li yıllarda kendi şiir estetiğini geliştirir. 1962’de Günah
Dağları, 1964’te Uzay Gülü, 1969’da Taş Kilim başlıklı yapıtları yayımlanan
şairin kitap adlarının da, etkilendiği şiir anlayışını yansıttığını
söyleyebiliriz. Kitaplarının Yeditepe’den çıkması, aynı adlı dergide
Zonguldak’tan yetişen Doğan Şadıllıoğlu’nun şiirlerinin de yayımlanması, bu
‘zıt kutuplardaki coğrafya’lardan yetişen iki şairin ‘buluşma noktaları’
bakımından dikkat çekicidir.
İki şairin de dizelerindeki imge yoğunluğu, çağrışım zenginliği dikkat çekmektedir. Arif Coşkun’un, ‘Beni Bir Sürmeli Geyik Vurdu’ şiirinde ‘nazlı güneş’, ‘ayva dudaklarıyla gülmek’ imgeleri çarpıcı görünmektedir.
‘‘Antakya’nın görkemli nazlı güneş
Kırık nar ağzıyla
Ayva dudaklarıyla gülsün
Beni sürmeli bir geyik vurdu
Kan damarlarına düştüm şiirin
Ben şiiri çekerim
Şiir beni’
İki şairin de dizelerindeki imge yoğunluğu, çağrışım zenginliği dikkat çekmektedir. Arif Coşkun’un, ‘Beni Bir Sürmeli Geyik Vurdu’ şiirinde ‘nazlı güneş’, ‘ayva dudaklarıyla gülmek’ imgeleri çarpıcı görünmektedir.
‘‘Antakya’nın görkemli nazlı güneş
Kırık nar ağzıyla
Ayva dudaklarıyla gülsün
Beni sürmeli bir geyik vurdu
Kan damarlarına düştüm şiirin
Ben şiiri çekerim
Şiir beni’
Doğan Şadıllıoğlu’nun ‘Yitik’ şiirinde, hem imge yoğunluğu hem de
içine kolay girilemeyen bir çağrışım derinliği var. ‘Yalnızlığın
kımıldaması’yla geceleri ‘bir umudun kaplaması’ arasındaki ilişki, bu anlamda
dikkat çekiyor.
‘Tüm yarasaların götürdüğü
Yitik bir şey var bu gecede
Taze düşlerin bile getiremeyeceği
Bir yitik
Yitik bir şey var bu gecede
Taze düşlerin bile getiremeyeceği
Bir yitik
Düşlerin bile getiremeyeceği dedim
Tedirginliğim desen öylesine,
Bir gün bir günü bekler
Gelecek gün cumartesi olmalı
Tedirginliğim desen öylesine,
Bir gün bir günü bekler
Gelecek gün cumartesi olmalı
Bir yalnızlık kımıldar
Ayın tüm olduğu geceler
Bir umut kaplar
Usumda anılar’
Ayın tüm olduğu geceler
Bir umut kaplar
Usumda anılar’
Doğrusu, sanat-edebiyat ve bilim dünyasında kişilik, düşünce ve
yapıtlarıyla öne çıkanların yetiştikleri dönemin nitelikleri ve hangi
koşullarda nasıl ortaya çıktıkları, neler ürettikleri üzerinden ciddi inceleme
ve araştırmalar yapılmasına ihtiyaç olduğunu, bizim bu iki şairle ilgili
yaptığımız kısa değerlendirme ortaya koymaktadır. Bu önemli çalışmayı, toplumcu
aydınlardan ve Marksist eleştirmenlerden başkasının yapabilmesi de mümkün
görünmemektedir. Şimdilik bu gerçeğe işaret ederek Doğan Şadıllıoğlu’nun
kişiliği, dünya görüşü ve şiirleri üzerine özlü bir değerlendirme yapmaya
çalışacağız.
Zonguldaklı araştırmacılardan Erol Çatma’nın, ‘Sessiz Bir Şair:
Doğan Şadıllıoğlu’(1) başlıklı bildirisinde verdiği bilgiler ve dile
getirdiği anılar çerçevesinde onun kişiliği, dünya görüşü ve şiir anlayışı
arasındaki bağı şöyle kurmak mümkün görünüyor: 1934’te Giresun’da doğup 4
yaşındayken ‘göç’e uğramışlığın çocukluğunu, Ereğli Kömür İşletmeleri’nde
çalışarak genç işçiliği, 1965’te ‘Yeni Ocak’ dergisini toplumcu çizgide
çıkararak sanatta gerçekçiliği, 1968’de madenci direnişi örgütleyip işten
atılmayı, Türkiye İşçi Partisi(TİP)’nde politik mücadeleyi yaşamış bir
kişiliktir Doğan Şadıllıoğlu. EKİ’deki işine dönmesi için kendisinden ödün
vermesini isteyenlere karşı, ‘Eğilmeyi kabullenmedim, meseleye onur meselesi
olarak baktım, kabul etmedim.’ diyerek tavır koyan emekçi şairin, yaşam
çizgisindeki titizliğini, şiirinde de sürdürdüğüne tanık oluyoruz. Erol Çatma,
bu yönünü şöyle dile getiriyor: ‘Yöremizde yetişen sanatçılar içerisinde
yerellik sınırlarını aşmayı başaran, evrensel bakış açısı ve söylemiyle şiirine
özgün bir biçim kazandırabilen ender sanatçılarımızdandır. Şiirindeki tavrı ile
tam bir bütünlük gösterir. Güncel yaşamında az konuşmayı yeğleyen şair, yerli yersiz
hiçbir sözcüğe yaşam hakkı tanımaz. Sözcük kullanımında cimrilik derecesinde
titiz ve tutumludur. Uzun şiiri, gevezelik olarak niteler.’(2) Onun yakın dostlarından Zonguldaklı romancı
İrfan Yalçın şunları belirtiyor: ‘İmge yüklü, kısa, sözsel vuruculuğu güçlü
şiirler; yaşamın köküne yapışmış ince bir yalnızlık duygusuna, anıların ölümsel
ürpertisine, Zonguldak’ın uzun yağmurlarından çıkıp gelmişi andıran dayanılmaz
bir iç sıkıntısına yaslanmış şiirler. Seçilmişin, ayıklanmışın,
yoğunlaştırılmışın sınırlarında hep.’(3)
Zonguldaklı yazar Ahmet Öztürk’ün, Doğan Şadıllıoğlu’nun ölüm haberini alınca, dikkatimizi çeken ifadesi şöyle: ‘Birden, bir boşluğa yuvarlanmış gibi hissettim kendimi... Şadıllıoğlu’nun dilinden hiç düşürmediği bir ikilik, bilinç altımdan çıkıp, dilime düşüverdi bir anda’ ‘Güz ölür / büyür ölüler’. Güz mevsiminin, bende her zaman şiirsel çağrışımlar yapan hüznü sarıverdi içimi, yazın en sıcak zamanıydı oysa’’ Ahmet Öztürk’ün ‘en sıcak zaman’da ‘güzün ölümü’nü hissetmesindeki tezatı, şairin ‘ölüleri büyütmesi’yle anlam derinliği ve çağrışım zenginliği yaratmasındaki başarısıyla ilişkilendirebiliriz.
Bana, Zonkişot dergisi emekçilerinden Ayhan Kiraz’ın ilettiği Doğan Şadıllıoğlu’nun 16 şiirini okuduğumuzda, ‘uzun şiiri gevezelik olarak gördüğünü’ doğrulayan bir yapıyla karşılaşıyoruz. Hem çok az yazdığını hem de az sözcükle şiirini kurduğunu görüyoruz. Bildiğimiz kadarıyla yayımlanmış şiir kitabı bulunmayan şairin dostlarına düşen ilk görev, onun arşivini inceleyip yayımlanmamış şiirlerini de gün ışığına çıkararak, bunları kitaplaştırmaktır.
Şiir estetiğine girmezden önce, saptadığım bir durumu öncelikle dile getirmek istiyoruz. Zaman zaman başka çalışmalarımızda da karşılaştığımız üzere metinlerin özgün biçimleriyle başka metinlerde alıntı olarak kullanıldığı biçimleri arasında farklılıklara tanık oluyoruz. Doğan Şadıllıoğlu’nun özgün yazımı olarak bana iletilen 16 şiirden bazılarının, Erol Çatma ve Ahmet Öztürk’ün metinlerinde farklılaştığını birkaç örnekle göstermek gerekiyor. Böylece, metin incelemeleri bakımından alıntı yapanların, özgün biçimlerine ne denli sadık kalmaları gerektiğini vurgulama ihtiyacı doğuyor.
Temmuz 1966’da Yeni Dergi’de ‘ayın şiiri’ olarak yayımlanan ‘Şiir’ başlıklı metnin özgün biçiminde geçen ‘Yılları bir hüzündür saksıların’ dizesi, Ahmet Öztürk’ün metninde ‘Yılları bir hüzündür sakalların’a dönüşmüş. ‘Saksıların’ sözcüğünün nasıl ‘sakalların’a dönüştüğünü bilemiyoruz ama şiirin ilk dizesi ‘Bir uğraş olur saksılarda güneş’ te geçen ‘saksı’ sözcüğünün son dizede ‘sakal’a dönüşemeyeceğini biliyoruz. Bana iletilen özgün metinlerde bir şirinin başlığı ‘Erinç’ iken, Erol Çatma’nın metninde ‘Ezinç’ olarak geçiyor. Aynı şiirin özgün metninde geçen ‘Saklı hüzün pençesinden/ Parmakların’ dizeleri, alıntıda ‘Saklı hüzün penceresinden’ biçiminde tek dize olarak veriliyor. ‘Uçurtma’ şiirindeki değişiklik ise, biçimsel olmanın da ötesine geçerek, şiirin içeriğini ve iletisini de doğrudan etkiliyor. Bana iletilen özgün metin solda, Erol Çatma’nın verdiği biçimi ise sağda’
Zonguldaklı yazar Ahmet Öztürk’ün, Doğan Şadıllıoğlu’nun ölüm haberini alınca, dikkatimizi çeken ifadesi şöyle: ‘Birden, bir boşluğa yuvarlanmış gibi hissettim kendimi... Şadıllıoğlu’nun dilinden hiç düşürmediği bir ikilik, bilinç altımdan çıkıp, dilime düşüverdi bir anda’ ‘Güz ölür / büyür ölüler’. Güz mevsiminin, bende her zaman şiirsel çağrışımlar yapan hüznü sarıverdi içimi, yazın en sıcak zamanıydı oysa’’ Ahmet Öztürk’ün ‘en sıcak zaman’da ‘güzün ölümü’nü hissetmesindeki tezatı, şairin ‘ölüleri büyütmesi’yle anlam derinliği ve çağrışım zenginliği yaratmasındaki başarısıyla ilişkilendirebiliriz.
Bana, Zonkişot dergisi emekçilerinden Ayhan Kiraz’ın ilettiği Doğan Şadıllıoğlu’nun 16 şiirini okuduğumuzda, ‘uzun şiiri gevezelik olarak gördüğünü’ doğrulayan bir yapıyla karşılaşıyoruz. Hem çok az yazdığını hem de az sözcükle şiirini kurduğunu görüyoruz. Bildiğimiz kadarıyla yayımlanmış şiir kitabı bulunmayan şairin dostlarına düşen ilk görev, onun arşivini inceleyip yayımlanmamış şiirlerini de gün ışığına çıkararak, bunları kitaplaştırmaktır.
Şiir estetiğine girmezden önce, saptadığım bir durumu öncelikle dile getirmek istiyoruz. Zaman zaman başka çalışmalarımızda da karşılaştığımız üzere metinlerin özgün biçimleriyle başka metinlerde alıntı olarak kullanıldığı biçimleri arasında farklılıklara tanık oluyoruz. Doğan Şadıllıoğlu’nun özgün yazımı olarak bana iletilen 16 şiirden bazılarının, Erol Çatma ve Ahmet Öztürk’ün metinlerinde farklılaştığını birkaç örnekle göstermek gerekiyor. Böylece, metin incelemeleri bakımından alıntı yapanların, özgün biçimlerine ne denli sadık kalmaları gerektiğini vurgulama ihtiyacı doğuyor.
Temmuz 1966’da Yeni Dergi’de ‘ayın şiiri’ olarak yayımlanan ‘Şiir’ başlıklı metnin özgün biçiminde geçen ‘Yılları bir hüzündür saksıların’ dizesi, Ahmet Öztürk’ün metninde ‘Yılları bir hüzündür sakalların’a dönüşmüş. ‘Saksıların’ sözcüğünün nasıl ‘sakalların’a dönüştüğünü bilemiyoruz ama şiirin ilk dizesi ‘Bir uğraş olur saksılarda güneş’ te geçen ‘saksı’ sözcüğünün son dizede ‘sakal’a dönüşemeyeceğini biliyoruz. Bana iletilen özgün metinlerde bir şirinin başlığı ‘Erinç’ iken, Erol Çatma’nın metninde ‘Ezinç’ olarak geçiyor. Aynı şiirin özgün metninde geçen ‘Saklı hüzün pençesinden/ Parmakların’ dizeleri, alıntıda ‘Saklı hüzün penceresinden’ biçiminde tek dize olarak veriliyor. ‘Uçurtma’ şiirindeki değişiklik ise, biçimsel olmanın da ötesine geçerek, şiirin içeriğini ve iletisini de doğrudan etkiliyor. Bana iletilen özgün metin solda, Erol Çatma’nın verdiği biçimi ise sağda’
Bu şiirdeki ‘tut/tutma’ , ‘uyudu/tünedi’ sözcük değiştirmeleri
önemli olmakla birlikte içerik bakımından öne çıkan ‘İki gül arasında
ölüm/Korkma çocuk’ dizelerinin alıntıda yer almamasının nedeni mutlaka açıklığa
kavuşturulmalı. Özellikle ‘İki gül arasında ölüm’ dizesi, gerek imge gücü,
gerekse şairin algı ve imgelem dünyası bakımından çok önemlidir. Bu dizeden
yola çıkarak Doğan Şadıllıoğlu’nun yaşamında ölüm, ‘şiirle içki arasında’
diyebiliriz.
Zaten oldukça sözcük tasarrufuyla yazıldığı anlaşılan bu 16 şiirde, en sık kullanılan sözcüklerin ‘çocuk, hüzün, yalnızlık, yüz-güz, güneş, kuş, düş’ olduğunu görüyoruz. Bu sözcüklerin içinde geçtiği bağdaştırmalara baktığımızda çelişki ve çatışmanın yarattığı dalgaya binerek kıyıya çıkmak isteyen çocuk serüvenini görürüz. ‘Hep güneşi böler hüznüm’, ‘Yarasaların tüylerinde sevgiler boğazlanıyor’, ‘Yüzümde terli bir sabah/ Kanımda hançer’ dizelerindeki bağdaştırmalarda olumsuza eğrilen bir algı ve imgelem dünyası egemenken; ‘Gökyüzü mavi uçurtma’, ‘ Bir uğraş olur saksılarda güneş’, ‘Evren büyüklüğünce/ Büyüttüm güzelliğini’ dizelerinde olumluya çevrilen bir yaklaşım söz konusudur.
Ölümü beklediği anlaşılan 2003 yazında Ankara’da İbn-i Sina Hastanesi’nde yatarken kaleme aldığı ‘Çocuksun Sen’ şiiri, onun yaşamı çocuk içtenliğiyle bağrına bastığını göstermektedir. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ‘çocuk’ anlayışıyla örtüşen bir yaklaşımdır bu’ Şiir şöyle:
‘Nedense ellerim kelepçesiz
Yaz çekilsin
Güz geçsin
Belki yine gelirim
Çocuksun sen.’
Zaten oldukça sözcük tasarrufuyla yazıldığı anlaşılan bu 16 şiirde, en sık kullanılan sözcüklerin ‘çocuk, hüzün, yalnızlık, yüz-güz, güneş, kuş, düş’ olduğunu görüyoruz. Bu sözcüklerin içinde geçtiği bağdaştırmalara baktığımızda çelişki ve çatışmanın yarattığı dalgaya binerek kıyıya çıkmak isteyen çocuk serüvenini görürüz. ‘Hep güneşi böler hüznüm’, ‘Yarasaların tüylerinde sevgiler boğazlanıyor’, ‘Yüzümde terli bir sabah/ Kanımda hançer’ dizelerindeki bağdaştırmalarda olumsuza eğrilen bir algı ve imgelem dünyası egemenken; ‘Gökyüzü mavi uçurtma’, ‘ Bir uğraş olur saksılarda güneş’, ‘Evren büyüklüğünce/ Büyüttüm güzelliğini’ dizelerinde olumluya çevrilen bir yaklaşım söz konusudur.
Ölümü beklediği anlaşılan 2003 yazında Ankara’da İbn-i Sina Hastanesi’nde yatarken kaleme aldığı ‘Çocuksun Sen’ şiiri, onun yaşamı çocuk içtenliğiyle bağrına bastığını göstermektedir. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ‘çocuk’ anlayışıyla örtüşen bir yaklaşımdır bu’ Şiir şöyle:
‘Nedense ellerim kelepçesiz
Yaz çekilsin
Güz geçsin
Belki yine gelirim
Çocuksun sen.’
Onun ‘dizelerin peşinde koşan’ şair olduğunu belirtiyor dostları.
İkinci Yeni şiirinden beslendiği imgelem dünyasının, dizelerinde imgeleri çok
katmanlı çağrışımlarla kurmasına olanak sunduğunu görüyoruz. Bu açıdan okuduğumuz
şiirleri arasında en çarpıcı örneği, ‘Kefen’ şiirinden vermek istiyoruz. ‘Yaz
sonu atıyla sesim / Haklı bir silahtır / Tarihe hüznü taşıyan’. Bir yanında
geniş ufkun habercisi ‘sular’, diğer yanında ‘geçitler’ bulunan ‘merdiven
kent’in şairi olarak Doğan Şadıllıoğlu’nun, ‘Tanrıların o hiç sulamadığı
bahçeler’in yeşillenmesi için çağlayan dizeler peşinde koştuğunu
söyleyebiliriz.
Yeri gelmişken bir saptama ve önerimizi de burada dile getirmekte
yarar var. İşçi sınıfının içinden gelen sanatçıların, daha çok üretken ve
paylaşımda öncü olmaları gerekir. Bu açıdan baktığımızda Doğan Şadıllıoğlu
örneğinde görüldüğü üzere, yaşamın kırılma noktalarında çubuğu kendi içine
büken sanatçılarla daha çok karşılaşıyoruz. Bu tablonun gerçekleşmesinde, en
çok vefasızlığın etkili olduğunu söyleyebiliriz. O nedenle emekçilerle hemhal
olan sanatçıların, bizzat onların sendikal, sanatsal ve siyasal örgütleri
tarafından vefalı biçimde sahiplenilmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.
Müslüm Kabadayı
Notlar
(1) Erol Çatma, ‘Sessiz Bir Şair: Doğan Şadıllıoğlu’, Edebiyatta Zonguldak ‘10 Bienali Bildiriler Kitabı, Zokev Yayını, Aralık 2011, s.333-341
(2) agm, s.336
(3) İrfan Yalçın, ‘Bir Sessiz Şair: Doğan Şadıllıoğlu’, Edebiyatta Zonguldak ‘10 Bienali Bildiriler Kitabı, Zokev Yayını, Aralık 2011, s.215
(1) Erol Çatma, ‘Sessiz Bir Şair: Doğan Şadıllıoğlu’, Edebiyatta Zonguldak ‘10 Bienali Bildiriler Kitabı, Zokev Yayını, Aralık 2011, s.333-341
(2) agm, s.336
(3) İrfan Yalçın, ‘Bir Sessiz Şair: Doğan Şadıllıoğlu’, Edebiyatta Zonguldak ‘10 Bienali Bildiriler Kitabı, Zokev Yayını, Aralık 2011, s.215
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder