26 Mart 2012 Pazartesi

Kültür Komşumuz Suriye

Söyleşi/İmza Günü: Kültür Komşumuz Suriye - Müslüm Kabadayı

Nazım Hikmet Kültür Merkezi
(Karanfil Sokak No: 58 Kızılay - Ankara)
Telefon: 0312 417 56 59

4 Aralık 2011 Saat: 15.00
Yer: NHKM Sinema SalonuKonuşmacı: Müslüm Kabadayı (Araştırmacı-Yazar)

Değerli Dostlar Merhaba,
‘Kültür Komşumuz Suriye’ konulu saydamlar eşliğinde yapacağım sunuma hoş geldiniz, onur verdiniz.
Saydamlarla Suriye’nin önemli tarihi ve kültürel mekanlarını, sanat ve edebiyat dünyasını
tanıtmadan önce, bir alt yapın oluşturmak amacıyla Suriye hakkında özet bir bilgi vermek istiyorum.
Bilindiği üzere sınıfların ortaya çıkması ve buna paralel olarak da ‘devlet’ olgusunun gündeme
gelmesiyle birlikte, devletler arasındaki ‘sınırlar’, toplumların doğal sınırlarını zorlamaya
başlamıştır. ‘Doğal sınırlar’ açısından bakıldığında Ortadoğu’nun en geniş alanını oluşturan
Arabistan Yarımadası’nda yaşayan topluluklar da yüzlerini güneşe dönerek, sağ tarafta kalan
topraklara ‘Bilad-i Yemen’, sol tarafta kalanlara ise ‘Bilad-i Şam’, yani ‘Kuzey Ülkesi’ demişlerdir.
Dolayısıyla bugün Suriye Arap Cumhuriyeti’nin başkentine Şam adının verilmesine de
kaynaklık eden bu belirleme, Suriye’nin konumunu da nitelemiş olmaktadır.
İnsanların paleolitik devirde yerleştiği Suriye coğrafyası, sarp ve karmaşık engebelerin
birbirinden ayırdığı küçük tarımsal alanların yanında kıyı ovaları ve dağlık taraçalarla
biçimlenmiştir. Burada M.Ö. IV. Bin yıldan itibaren bilinen Eriha, Şam, Megiddo, Ugarit,
Byblos (Cubeyl) önemli site merkezleri olmuştur. Suriye’de en eski uygarlıkların başladığı bu
siteleri daha sonra Busra, Tedmur (Palmira), Halep, Hama, Humus, Tartus, Ladkiye, Deyrzor
kentlerinin kuruluşu takip etmiştir.
Edom ülkesinden, Arabistan’dan gelen Sami halkının yoğunlukta bulunduğu bu coğrafyada,
Doğu Akdeniz’in orta kıyılarında Fenikeliler, güney kıyılarında Kenaniler, iç kısımlarda ise
Amurrular ve Aramiler yaşamışlardır. Bugün de bu halkların kültür izlerine, saydamlarda yer
vereceğimiz tarihi mekanlarda görüleceği üzere, rastlamak mümkündür.
Suriye, III. bin yıllarında Mısır Firavunlarının üssü (özellikle Byblos) iken, daha sonra
Mezopotamyalı büyük kralların, Akadlı sargon’un, Asurlu Şems-i Adad I’in hakimiyetine
geçmiştir. II. Bin yıldan itibaren Hatti ve Hurrilerin egemenliklerinden sonra bu topraklarda
ortaya çıkan en önemli şey, Ugarit’te (Ras-Şamra) ilk kez seslere dayanan Fenike alfabesinin
bulunmasıdır. Bütün Akdeniz coğrafyasını, Girit ve Yunan’a kadar etkileyen bu alfabeyle birlikte
bilim sanatta hızlı bir ilerleme gerçekleşmiştir. Bunda Fenikelilerin denizci bir kavim
olmalarının payı büyüktür. Onların, camcılığı geliştirmeleri sonucunda süslemeciliğin
yaygınlaşmasına da katkıda bulundukları bilinmektedir. Bir başka özellikleri de Mezopotamya-
Mısır ve Akdeniz kültürlerini sentezlemiş olmalarıdır. Bunu, bugün de izlerine rastladığımız
Mersin-Adana-Hatay illerimizde görülen Adonis ve Kadmos mitolojilerinden bilmekteyiz. Yine
Hatay’ın Samandağ ilçesinde bulunan ve M.S. V. yüzyıla tarihlenen Saint Simon Stilitt
Manastırı’nın bir benzerinin Halep’in kuzeyinde yer aldığı, Palmira kraliçesi Zenobya’nın
Romalılarla Emes’te, yani bugünkü Reyhanlı’da bulunan İm Kalesi’nde savaşırken esir düştüğü,
Kadeş Savaşı sonrasındaki anlaşma metinlerinin Amik’in en önemli höyüklerinden Tell-
Atçana’da bulunduğu dikkate alındığında, Suriye’yle çok eskilere dayanan bir kültür
komşuluğumuzun, hiç de sıradan olmadığı kolayca anlaşılacaktır.
Asur, Arami, İbrani, Pers istilalarına uğrayan Suriye coğrafyasında Romalılar, Araplar,
Bizanslılar, Hamdaniler, Selçuklular, Memluklular, Osmanlılar da tarihin değişik dönemlerinde
egemenlikler kurmuşlar, iz bırakmışlardır. Osmanlı’nın Birinci Paylaşım Savaşı’nda
yenilmesiyle 1918’de önce İngiliz sonra da Fransızların işgaline uğrayan Suriye’de halk, 1945’e
kadar değişik mücadele yönetmeleriyle bağımsızlığını kazanmaya çalışmış ve 27 Şubat 1945’te
mihver devletlerine savaş ilan eden Suriye, aynı yıl Arap Birliği’nin de kurucu üyesi olmuştur.
Bugün eski sömürgeci devletlerden İngilizlerin, Fransızların ve yeni-sömürgeciliğin patronu
ABD’nin tüm provokasyonlarına, burada Türkiye’nin maşa olarak kullanılmasına, Avrupa ve
Arap Birliği’nin ablukasına karşın eğer Suriye bugün ayakta durabiliyorsa, direnebiliyorsa,
bunun köklerini Fransız işgaline karşı mücadelede tohumları atılıp çelikleşmiş olan yurtseverlik
bilinciyle kaynaşmış halklarının dayanışmasına borçludur. O dönemde bugün Hatay
sınırlarında bulunan Yayladağlı Türklerle Ladkiyeli Arapların ortaklaşarak Fransızlara karşı
gerilla savaşını başlatmalarında aktif rol oynayan Alevi Arap halk önderi Şeyh Salih’le Türk halk
önderi Abdusselam Ağa’nın dayanışmasına dikkat çekmek isterim.
Bugün 184.500 kilometrelik yüzölçümü ve 21 milyonluk nüfusuyla Arap ülkeleri arasında
Lübnan’la birlikte laikliği benimsemiş olan Suriye, 1999’dan beri ilişkilerini yeniden
güçlendirmeye başladığı Türkiye’nin egemen sınıflarının, emperyalist ülkelerin emir eri gibi
hareket eden güçlerinin arkadan hançerlemesiyle karşı karşıyadır. Bu coğrafyada yoğun olarak
yaşayan Türkler, Araplar ve Kürtler başta olmak üzere tüm halkların geleceği, Suriye’nin
emperyalist kuşatmaya karşı verdiği mücadelenin sonucuna bağlıdır. O nedenle, Türkiye
halkının, yönetici sınıfın emperyalist devletlerle işbirliğine karşı çıkarak, Suriye’yle kültür
komşuluğumuzu halkların kardeşliği temelinde geliştirmek için tarih sahnesine çıkması elzemdir.

Müslüm Kabadayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder