7 Nisan 2012 Cumartesi

Şiir Suyunun Mühendisi: Sabahattin Yalkın


Şairler, sözün öz oranını yapanlardır; onlar, bir bakıma hayatın altın oranını söz kuyumlarıyla bezeyen sanatçılardır.
1934’te Antakya’da doğan şair Sabahattin Yalkın, ‘söz kuyumculuğu’nu ortaokul yıllarındayken mitolojik öğeleri işleyerek gösterir. Her ne kadar, 1940’lı yıllarda dersine giren Kimya Öğretmeni Kâmil Gülçat’ın hem övgü hem de ‘Sen tanrılı manrılı şiirleri bırak’’ uyarısıyla karşılaşsa da, mitolojinin, tarihin verilerini şiir haddesinden geçirmeyi hiç ihmal etmez. Bunu yaparken de ‘Şair yalnız yürümek zorundadır; yoksa kalabalığa karışır!’ demekten çekinmez; onun kalabalıktan kaçındığı nokta, algıda seçicilik ve yaratıcılıkta özgür ve özgünlükle ilgilidir. Yoksa, halktan kopukluk değildir.
Edip Cansever’in, ‘İnsan yaşadığı yere benzer/O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.’ dizelerinde dile getirdiği beslenme kaynakları ve etkileme alanları diyalektiğine Sabahattin Yalkın’ın şiirinde yoğunlaşmış haliyle tanık oluruz. ‘Yalkın’ın Çaylak Dönemi’nden şiirlerinden ‘usta malı’ şiirlerine uzanan dizelerde Antakya’nın suyunu, kokusunu bir biçimde bulursunuz. ‘Tanığım Ol Antakya’ şiirinin son bölümünde bu durumu şöyle işler:
‘Yüreği mühürlü gözlerini / Bitmez tükenmez döl bereketini / Akdeniz’in çıplak güneşini / Eksiksiz bırakıyorum anaç toprağına/ Tanığım ol Antakya’
Evet, onun şiirini besleyen temel kaynağını ‘yoğunlaştırılmış coğrafya’ olarak Antakya, ‘genleştirilmiş bölge’ olarak da Akdeniz’in meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Şiirimize, genel anlamda Türkçeye kazandırdığı ‘Aşkdeniz’ sözcüğü de bunu teyit etmiyor mu’ Bu başlıkla 1994’te yayımlanan şiir kitabı, sonrasında kimi şairler dahil olmak üzere nice kişinin diline, dizesine girmiştir.
Bildiğimiz kadarıyla onun ilk şiiri, ortaöğrenim çağındayken, Antakya’da Atayolu gazetesinde yayımlanır. 1950’li yıllarda ayak bastığı İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisiyken tanık olduğu Attila İlhan başta olmak üzere kimi şairlerle gerçekleştirilen ‘Edebiyat Matineleri’, ufkunu daha da geliştirir. O yıllardan itibaren ‘Topaloğlu’ soyadıyla kaleme aldığı şiirler, Yelken, Yeditepe, Türk Dili, Dost, İmece gibi dergilerde yayınlanır. ‘Topaloğlu’ soyadını kullanmasının nedeni de dedesinin Sarıkamış’ta topal kalmasıdır, bir bakıma donarak hayatını kaybeden binlerce askerin acısını, dedesinin konumundan yola çıkarak böyle haykırdığını söyleyebiliriz.
Onun, önemli edebiyat dergilerinde şiirleri yayınlanmaya başladıktan yaklaşık 30 yıl sonra, Sabahattin Yalkın olarak ilk kitabı ‘Akdeniz Delisi’ 1988’de yayımlanır. İkincisi 1992’de ‘Güney Güneşi’ adıyla edebiyat dünyasına girer. Kitapların adlarından da anlaşılacağı üzere onun şiirinde en çok karşılaştığımız sözcüklerin başında ‘güneş’ gelir. ‘Toprak, su, sevda’ sözcükleri de ‘güneş’le nerdeyse tüm şiirlerinde halaya dururlar. Edip Cansever anısına ithaf ettiği ‘A-LAMA’ şiirinde şöyle somutlanır bu halaya duruş:
‘Kıyamet yakarılarına bir güneş kalA / Bıraktı yüreğindeki şiiri toprağA / Damlası damlasınA / KurbağA’ KurbağA / ağlamA’ (Beni Yasaklama, s.19)
Hayatı, parça-bütün ilişkisiyle tarihsel maddeci bir yöntemle dizelere işleyen Sabahattin Yalkın, ‘Güney Güneşi’nde doğa-toplum-birey bağlamını şöyle kurar:
‘Ya benim Gılgamış artığı yüzüm / Tüm hiyerogliflerini tanırım bakır aynalarda / Hep sevecen Akdenizli gözlerim / Fenikeli kalyonlardan kaçmış olsa da / Hiç yabancı gelmez bana sesim / Hangi dilin ezgisini söylesem / Binlerce yıl eskiden // Açılır Antakya’nın demir kapıları ardına kadar / Ta Kibele Ana’dan kalma bir kanla / Temmuz şölenine başlar yoksul varsıl tüm oralılar // Türlü cümbüşler içinde karışır zamana / güney güneşi’
Burada Mezopotamya’nın ‘Gılgamış’ destanına, Anadolu’nun bereket tanrıçası Kibele’ye, Fenike kültürünün simgelerinden Temmuz’a göndermeler yapılarak, güney güneşinin tüm zamanların dölleyicisi olduğu sezdirilir. Yeri gelmişken hemen belirtelim, bugün burada Hüseyin Gazi etkinliği yapıldığına göre, Ortadoğu’nun değişik ülkelerinde ve halklarında Alevi kültürünün yarattığı değerlerin zenginliğine değinmemek olmaz. Anadolu Alevi-Bektaşi kültürünün efsanevi özelliklerle zenginleştirdiği değerlerden biri, zulüm ve haksızlıklara direnen nasıl Battal Gazi’nin babası Hüseyin Gazi ise, ‘güney’de yaşayan Arap Alevilerin değerlerinden biri de ‘Temmuz’dur. İnsanlığa sese dayalı ilk alfabeyi kazandıran Fenikelilerin ‘Tammuz’ dedikleri bu simge adına, Hatay’da yaşayan Arap Aleviler, ‘Evvel Temmuz’ şenlikleri düzenlemeye devam ederler.
‘Söğecenlerin açtığı, üvez kuşlarının kanat vurduğu, zıkırtılı ve kırmızı yemenileriyle halkın dolaştığı’ Hatay topraklarını Fransızlar işgal ettiklerinde, işgale karşı yurtseverlik duygusu ve bilinciyle mücadele edenleri ‘Antakya’dan / Topal Zeki-Kara Zeki-Aliko / Üç yürekli insan / Baş eğmediler Fransız’a’(Mapusane Anıları) diyerek dizelerine işler Sabahattin Yalkın. Fransız zulmüne direnen bu Türk yurtseverlerden başka o zamanki adıyla Süveydiye, şimdilerde Samandağ köylüklerinden yetişen önemli Arap Alevi direnişçilerden biri için, ‘Benden Selam Olsun Cemil Hayyik’e’ destanını yazar.
‘Üveyik sessizliğinde Asi suları / Bin türlü sevda içinde / akar Akdeniz’e / Daha toprağın suyu / Yürümeden biber fidelerine /Cemil Hayyik elinde mavzer tetikte // Kaç yıl oldu Fransızlar peşinde / İdama hüküm giymiş / gıyabında / Bir gün yakalanırsa / Ne güneyim mavi göğü / Ne de defne kokusu / umurunda / Hele milislerin kurşunu / Vız gelir ona’’
Onun, gerek tarihin derinliklerinde yer alan ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, haklıhaksız savaşındaki mitolojik öğeleri de kullanarak günümüz çelişkilerine vurgu yaptığı şiirlerinde gerekse günümüzde yaşanan emperyalist saldırganlığa, savaş ve baskılara karşı direnen insanlara, halklara şiir diliyle hep sahip çıktığına tanık oluruz. ‘Filistinli Gece’ şiirinde ‘Filistinlileri seviyorum’ diyordu / İçlerinden biri vuruldu mu/ Ağlamıyordu // Çöl güneşi’ diyordu / Bu savaşın tek tanığı / Kumlara karışıyordu acıları’’ diyerek gösterdiği duyarlığını ‘Mostra Köprüsü’nün yıkımına, Irak’ın işgaline karşı çıkarak, kısacası her coğrafyada yaşanan acıların son bulması için gösterir.
‘Sivas’ta yakılan sanatçılarımızın ardından’ ithafıyla kaleme aldığı ‘Adına’ başlıklı şiir, burada bulunanların karanlığa çığlığıdır aynı zamanda.
‘Dante-Shakespeare-Goethe adına / Firdevsi-Mevlana-Hacı Bektaş / Baki-Nedim Efendi-Pir Sultan / Yunus-Karcaoğlan / Petöfi-Lorca-Nâzım adına / Hiçbiri savaş çıkarmadı Dünya’da / Şiirleri sevdalarda yaşar daha’ (Sabahı Düşünmek, s.21)
Sabahattin Yalkın, sadece acıları, direnişleri, sevdaları, ayrılık ve özlemleri değil, bunlardan arınmanın yol açıcısı olarak sembolleştirebileceğimiz ‘paylaşmanın güzelliği’ni de dizelerle kurgular.
‘Mutlu olmak ister / Ağrı Dağı’nın karyanığı kayası / Mutlu olmak için / Göğü paylaşmayı bilmeli / Güneş ile // Mutlu olmak ister / Dicle’nin uzunhavalı suları / Mutlu olmak için / Bulutları paylaşmayı bilmeli / Toprak ile // Mutlu olmak ister / Van’ın hüt hüt kuşları / Mutlu olmak için / Kanatları paylaşmayı bilmeli / Özgürlük ile // Mutlu olmak ister / Muş’un menevişli ovaları / Mutlu olmak için / Başakları paylaşmayı bilmeli / Yaşam ile’ (‘Paylaşmak Üzerine’, Sabahı Düşünmek, s.13-14)
Onun şiirine, sanat anlayışına dair çok şey söylemek mümkün. Son yıllarda zenginleştirdiği ‘Gam Şiirleri’, ‘Renk Şiirleri’yle şiirin de bir ‘altın oran’, yani ‘estetik denge’ işi olduğunu gösteren şairimizin, 77 yaşında üretkenliğini sürdürmesi bizi gönendirmektedir. Burada, bugünün atmosferine uygun olarak Sabahattin Yalkın’ın şiirinde her zaman dinamik, deliceleri olan bir insanın serüvenini; savaşlara, haksızlıklara direncini; aşk ve sevda yüklü bulutlarla uçuşunu; topraktan öğrendiklerini su ve güneşle yoğurup toplumsallaştırdığını söylemekle yetinelim. ‘Şiir suyunun mühendisi’ olan değerli şairimize, bu serüveninde pirler aşkına güzel bir yolculuk dileyelim. Yolun açık olsun Sabahattin ağabey!
NOT: Bu metin, 16 Temmuz 2011’de, Ankara’da Hüseyin Gazi Derneği’nce Sabahattin Yalkın için düzenlenen şilt verme töreninde yaptığım konuşmayı yansıtmaktadır.
Müslüm Kabadayı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder