1 Nisan 2012 Pazar

Şiir Suyunun Mühendisi: Sabahattin Yalkın

<br>Şairler, sözün öz oranını yapanlardır; onlar, bir bakıma hayatın altın oranını söz <br>kuyumlarıyla bezeyen sanatçılardır.
<br>1934’te Antakya’da doğan şair Sabahattin Yalkın, ‘söz kuyumculuğu’nu ortaokul <br>yıllarındayken mitolojik öğeleri işleyerek gösterir. Her ne kadar, 1940’lı yıllarda dersine <br>giren Kimya Öğretmeni Kâmil Gülçat’ın hem övgü hem de ‘Sen tanrılı manrılı şiirleri <br>bırak’’ uyarısıyla karşılaşsa da, mitolojinin, tarihin verilerini şiir haddesinden geçirmeyi <br>hiç ihmal etmez. Bunu yaparken de ‘Şair yalnız yürümek zorundadır; yoksa kalabalığa <br>karışır!’ demekten çekinmez; onun kalabalıktan kaçındığı nokta, algıda seçicilik ve <br>yaratıcılıkta özgür ve özgünlükle ilgilidir. Yoksa, halktan kopukluk değildir.
<br>Edip Cansever’in, ‘İnsan yaşadığı yere benzer/O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.’ <br>dizelerinde dile getirdiği beslenme kaynakları ve etkileme alanları diyalektiğine <br>Sabahattin Yalkın’ın şiirinde yoğunlaşmış haliyle tanık oluruz. ‘Yalkın’ın Çaylak <br>Dönemi’nden şiirlerinden ‘usta malı’ şiirlerine uzanan dizelerde Antakya’nın suyunu, <br>kokusunu bir biçimde bulursunuz. ‘Tanığım Ol Antakya’ şiirinin son bölümünde bu <br>durumu şöyle işler:
<br> ‘Yüreği mühürlü gözlerini / Bitmez tükenmez döl bereketini / Akdeniz’in çıplak <br>güneşini / Eksiksiz bırakıyorum anaç toprağına/ Tanığım ol Antakya’
<br>Evet, onun şiirini besleyen temel kaynağını ‘yoğunlaştırılmış coğrafya’ olarak Antakya, <br> ‘genleştirilmiş bölge’ olarak da Akdeniz’in meydana getirdiğini söyleyebiliriz. <br>Şiirimize, genel anlamda Türkçeye kazandırdığı ‘Aşkdeniz’ sözcüğü de bunu teyit <br>etmiyor mu’ Bu başlıkla 1994’te yayımlanan şiir kitabı, sonrasında kimi şairler dahil <br>olmak üzere nice kişinin diline, dizesine girmiştir.
<br>Bildiğimiz kadarıyla onun ilk şiiri, ortaöğrenim çağındayken, Antakya’da Atayolu <br>gazetesinde yayımlanır. 1950’li yıllarda ayak bastığı İstanbul Teknik Üniversitesi <br>öğrencisiyken tanık olduğu Attila İlhan başta olmak üzere kimi şairlerle gerçekleştirilen <br> ‘Edebiyat Matineleri’, ufkunu daha da geliştirir. O yıllardan itibaren ‘Topaloğlu’ <br>soyadıyla kaleme aldığı şiirler, Yelken, Yeditepe, Türk Dili, Dost, İmece gibi dergilerde <br>yayınlanır. ‘Topaloğlu’ soyadını kullanmasının nedeni de dedesinin Sarıkamış’ta topal <br>kalmasıdır, bir bakıma donarak hayatını kaybeden binlerce askerin acısını, dedesinin <br>konumundan yola çıkarak böyle haykırdığını söyleyebiliriz.
<br>Onun, önemli edebiyat dergilerinde şiirleri yayınlanmaya başladıktan yaklaşık 30 yıl <br>sonra, Sabahattin Yalkın olarak ilk kitabı ‘Akdeniz Delisi’ 1988’de yayımlanır. İkincisi <br>1992’de ‘Güney Güneşi’ adıyla edebiyat dünyasına girer. Kitapların adlarından da <br>anlaşılacağı üzere onun şiirinde en çok karşılaştığımız sözcüklerin başında ‘güneş’ gelir. <br> ‘Toprak, su, sevda’ sözcükleri de ‘güneş’le nerdeyse tüm şiirlerinde halaya dururlar. <br>Edip Cansever anısına ithaf ettiği ‘A-LAMA’ şiirinde şöyle somutlanır bu halaya duruş:
<br> ‘Kıyamet yakarılarına bir güneş kalA / Bıraktı yüreğindeki şiiri toprağA / Damlası <br>damlasınA / KurbağA’ KurbağA / ağlamA’ (Beni Yasaklama, s.19)
<br>Hayatı, parça-bütün ilişkisiyle tarihsel maddeci bir yöntemle dizelere işleyen Sabahattin <br>Yalkın, ‘Güney Güneşi’nde doğa-toplum-birey bağlamını şöyle kurar:
<br> ‘Ya benim Gılgamış artığı yüzüm / Tüm hiyerogliflerini tanırım bakır aynalarda / Hep <br>sevecen Akdenizli gözlerim / Fenikeli kalyonlardan kaçmış olsa da / Hiç yabancı gelmez <br>bana sesim / Hangi dilin ezgisini söylesem / Binlerce yıl eskiden // Açılır Antakya’nın <br>demir kapıları ardına kadar / Ta Kibele Ana’dan kalma bir kanla / Temmuz şölenine <br>başlar yoksul varsıl tüm oralılar // Türlü cümbüşler içinde karışır zamana / güney güneşi’
<br>Burada Mezopotamya’nın ‘Gılgamış’ destanına, Anadolu’nun bereket tanrıçası <br>Kibele’ye, Fenike kültürünün simgelerinden Temmuz’a göndermeler yapılarak, güney <br>güneşinin tüm zamanların dölleyicisi olduğu sezdirilir. Yeri gelmişken hemen belirtelim, <br>bugün burada Hüseyin Gazi etkinliği yapıldığına göre, Ortadoğu’nun değişik ülkelerinde <br>ve halklarında Alevi kültürünün yarattığı değerlerin zenginliğine değinmemek olmaz. <br>Anadolu Alevi-Bektaşi kültürünün efsanevi özelliklerle zenginleştirdiği değerlerden biri, <br>zulüm ve haksızlıklara direnen nasıl Battal Gazi’nin babası Hüseyin Gazi ise, ‘güney’de <br>yaşayan Arap Alevilerin değerlerinden biri de ‘Temmuz’dur. İnsanlığa sese dayalı ilk <br>alfabeyi kazandıran Fenikelilerin ‘Tammuz’ dedikleri bu simge adına, Hatay’da yaşayan <br>Arap Aleviler, ‘Evvel Temmuz’ şenlikleri düzenlemeye devam ederler.
<br> ‘Söğecenlerin açtığı, üvez kuşlarının kanat vurduğu, zıkırtılı ve kırmızı yemenileriyle <br>halkın dolaştığı’ Hatay topraklarını Fransızlar işgal ettiklerinde, işgale karşı yurtseverlik <br>duygusu ve bilinciyle mücadele edenleri ‘Antakya’dan / Topal Zeki-Kara Zeki-Aliko / <br>Üç yürekli insan / Baş eğmediler Fransız’a’(Mapusane Anıları) diyerek dizelerine işler <br>Sabahattin Yalkın. Fransız zulmüne direnen bu Türk yurtseverlerden başka o zamanki <br>adıyla Süveydiye, şimdilerde Samandağ köylüklerinden yetişen önemli Arap Alevi <br>direnişçilerden biri için, ‘Benden Selam Olsun Cemil Hayyik’e’ destanını yazar.
<br> ‘Üveyik sessizliğinde Asi suları / Bin türlü sevda içinde / akar Akdeniz’e / Daha <br>toprağın suyu / Yürümeden biber fidelerine /Cemil Hayyik elinde mavzer tetikte // Kaç <br>yıl oldu Fransızlar peşinde / İdama hüküm giymiş / gıyabında / Bir gün yakalanırsa / Ne <br>güneyim mavi göğü / Ne de defne kokusu / umurunda / Hele milislerin kurşunu / Vız <br>gelir ona’’
<br>Onun, gerek tarihin derinliklerinde yer alan ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, haklı-<br>haksız savaşındaki mitolojik öğeleri de kullanarak günümüz çelişkilerine vurgu yaptığı <br>şiirlerinde gerekse günümüzde yaşanan emperyalist saldırganlığa, savaş ve baskılara <br>karşı direnen insanlara, halklara şiir diliyle hep sahip çıktığına tanık oluruz. ‘Filistinli <br>Gece’ şiirinde ‘Filistinlileri seviyorum’ diyordu / İçlerinden biri vuruldu mu/ <br>Ağlamıyordu // Çöl güneşi’ diyordu / Bu savaşın tek tanığı / Kumlara karışıyordu <br>acıları’’ diyerek gösterdiği duyarlığını ‘Mostra Köprüsü’nün yıkımına, Irak’ın işgaline <br>karşı çıkarak, kısacası her coğrafyada yaşanan acıların son bulması için gösterir.
<br> ‘Sivas’ta yakılan sanatçılarımızın ardından’ ithafıyla kaleme aldığı ‘Adına’ başlıklı şiir, <br>burada bulunanların karanlığa çığlığıdır aynı zamanda.
<br> ‘Dante-Shakespeare-Goethe adına / Firdevsi-Mevlana-Hacı Bektaş / Baki-Nedim <br>Efendi-Pir Sultan / Yunus-Karcaoğlan / Petöfi-Lorca-Nâzım adına / Hiçbiri savaş <br>çıkarmadı Dünya’da / Şiirleri sevdalarda yaşar daha’ (Sabahı Düşünmek, s.21)
<br>Sabahattin Yalkın, sadece acıları, direnişleri, sevdaları, ayrılık ve özlemleri değil, <br>bunlardan arınmanın yol açıcısı olarak sembolleştirebileceğimiz ‘paylaşmanın <br>güzelliği’ni de dizelerle kurgular.
<br> ‘Mutlu olmak ister / Ağrı Dağı’nın karyanığı kayası / Mutlu olmak için / Göğü <br>paylaşmayı bilmeli / Güneş ile // Mutlu olmak ister / Dicle’nin uzunhavalı suları / Mutlu <br>olmak için / Bulutları paylaşmayı bilmeli / Toprak ile // Mutlu olmak ister / Van’ın hüt <br>hüt kuşları / Mutlu olmak için / Kanatları paylaşmayı bilmeli / Özgürlük ile // Mutlu <br>olmak ister / Muş’un menevişli ovaları / Mutlu olmak için / Başakları paylaşmayı bilmeli <br>/ Yaşam ile’ (‘Paylaşmak Üzerine’, Sabahı Düşünmek, s.13-14)
<br>Onun şiirine, sanat anlayışına dair çok şey söylemek mümkün. Son yıllarda <br>zenginleştirdiği ‘Gam Şiirleri’, ‘Renk Şiirleri’yle şiirin de bir ‘altın oran’, yani ‘estetik <br>denge’ işi olduğunu gösteren şairimizin, 77 yaşında üretkenliğini sürdürmesi bizi <br>gönendirmektedir. Burada, bugünün atmosferine uygun olarak Sabahattin Yalkın’ın <br>şiirinde her zaman dinamik, deliceleri olan bir insanın serüvenini; savaşlara, haksızlıklara <br>direncini; aşk ve sevda yüklü bulutlarla uçuşunu; topraktan öğrendiklerini su ve güneşle <br>yoğurup toplumsallaştırdığını söylemekle yetinelim. ‘Şiir suyunun mühendisi’ olan <br>değerli şairimize, bu serüveninde pirler aşkına güzel bir yolculuk dileyelim. Yolun açık <br>olsun Sabahattin ağabey!
<br>NOT: Bu metin, 16 Temmuz 2011’de, Ankara’da Hüseyin Gazi Derneği’nce Sabahattin <br>Yalkın için düzenlenen şilt verme töreninde yaptığım konuşmayı yansıtmaktadır.
Müslüm Kabadayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder